Kim bilir nerelerden düşmüş yıldızların üçgeni, göğün en yüksek tepesinde ki makamına yaklaşır.
Başlarken munistir, bir hayli sade. Bize ne ihtilaller, ne bilinmemezlikler hazırladığını, dünyada kestiremeyiz!
Kendinizden utanır, hayretler edersiniz. Ama iş işten çoktan geçmiş, ok yaydan bir kere fırlamış gibidir.
Değil mi ki cemreler havaya, suya, toprağa düştüğü kadar ruhunuza da değmektedir. Ve değil mi ki, bahar bir yığın hatıranın ayrıntısında ruha dair bir hikayedir! Lâkin olmayan hatıralardan ibaret bir şey, hiç değildir.
Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen uzun bir yazdan selâmetle çıkmak azımsanır şey değildi. Güneşin anlattıkları herkese idi, lakin yağmurun anlattıkları herkese göre değildi. Öğrenirsiniz. Ve çok şükür ki sonunda yaz bitmiş ve biz koca İstanbul ahalisi, güze girmiştik. Güz bu kente çok yakışmıştı!
Döşeme tahtalarını yalayan soğuk bir rüzgarla birlikte titreyerek gri, yün hırkama sıkıca sarındım. Onunda sadece son bir düğmesi kalmıştı. Param yoktu, yenisi alma fikri bu sebepten çok saçma olurdu. On yedi yılımı, hiç hatıralarıma bile katmak istemediğim insafsız anılarıyla süsleyen bu yurdun, ikinci katının penceresinden dışarıya göz atarak uğuldayan, rüzgarı dinledim.
Oldukça hiddetli bir rüzgârdı bu. Yaşlı kiraz ağacının sıska dalları binanın duvarına bir kırbaç gibi öylesine sert çarpıyordu ki bir sonraki darbede kırabileceğinden korkarak yerimden sıçradım. Fakat tamda o sırada beklenmedik bir görüntü, beni endişelerimin arasından çekip çıkardı.
Sarı renkteki, kurumuş ve solmuş yapraklar havada dönerek uçuşuyordu. Bir iç geçirerek kendi kendime gülümsedim. Tıpkı kar gibi.
"Mısra?" diye seslendi Zeynep tiz bir sesle, yarım açtığı odanın kapısının ardından. Zeynep'in o güzel yüzüne, benimkilerinin aksine sadece uçları kıvırcık olan siyah saçlarına baktım. Al yanakları ve yürek hoplatan siyahlıktaki iri cam gözleriyle, bizi birbirimize çok benzetirlerdi.
"Ne oldu tatlım?" diye sordum, küçük, ahşap yatağımın üzerine oturup bağdaş kurarak. Ardından pencereden dışarıya, şiddetini arttırmış olan rüzgâra göz attım.
"Yine o mu?" diye sordum fısıltıya benzeyen bir sesle. "Kötü kadın mı?"
Korkumu gizlemeye gayret ederek Zeynep'in yanağına küçük bir öpücük kondurdum. "Merak etme, hayatım," dedim ayağa kalkıp terliklerimi giyerek. "Muhtemelen yine üzerime yıkılan bir suçun, hesabını soracaktır müdüre hanım. Sen burada kal ben gidip bakayım."
Merdivenleri indikten sonra, bir an için müdüre Nurgül hanımın odasının önünde donakalarak ne yapacağıma karar vermeye çalıştım.
Tak. Tak. Tak.
Kapıda ki ses, kalp atışlarımı yansıtıyordu adeta. Korkmuş ve her zaman ki gibi kapana kısılmış hissediyordum. Özellikle yurdun bu katı, bir kafesi andırıyordu. Etrafımdaki duvarlar, paslı tellere benziyordu.
"Ne yapacağım ben?"
"Gel."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MISRA
RomanceHava git gide kararıyordu. Hatta bir zamanlar çocuk aklıyla umut ışığı sandığım sokak lambaları bile yanmıştı. Lakin ne gidecek bir yerim vardı, ne de sığınacak bir kimsem. Doğru ya, unutmuşum. Ben hep " Meçhul " bir kız çocuğu değil miydim zaten!?