bölüm bir

112 9 3
                                    

en derin arzular genellikle en ölümcül nefretlere sebep olur.

lise son sınıfta olmalıydım, kütüphanedeki felsefe dergilerine göz atarken fark etmiştim bu sözü. öylesine bir şeydi, bu sözü doğrulayabilecek bir şey yaşamamıştım, fakat sebebini bilmediğim bir şekilde zihnimin bir köşesinde yer edindi işte.

sahi, kim söylemişti ki bu sözü?
jean paul sartre?
platon?
aristoteles?
ah, doğru, sokrates'ti.

sokrates'in haksız çıkmasını dilerdim, ancak oldukça haklıydı. çok büyük arzularla başlayan o şey, çok büyük nefretler bırakıyordu ardında.

bunu gece üçte, gözlerim ağlamaktan kızarmış bir haldeyken, apartman dairemin küçük balkonunda sigaramı titreyen ellerimle içerken çok daha iyi anlıyorum.

birisine güvenmek,
birisini sevmek,
birisini hayatının merkezine koymak,
birisine neyin varsa vermek,
birisine bağlanmak
ve birisine ait olmak.

birisini aldatmak,
ya da
birisine aldanmak.

aldanan taraf olmaya lanet ediyorum o an.

dumanı titrek bir şekilde üfledikten sonra derin bir nefes çekiyorum içime.
öğrenmemden 2 saat sonrası, doğru sanıyorsam. zaman algımı yitirdim. beynim zonkluyor. iyi değilim, zaten aldatılan biri ne kadar iyi olabilir ki?

kırgınım, öfkeliyim, kullanılmış hissediyorum.

en özgüvenli görünen insanlar aslında en özgüvensiz olanlardır, derler. belki de bu söz de, sokrates'inki gibi doğrudur. aldatılmak, her şeyden önce özgüvenimi daha da kırmıştı.

aşırı özgüvenli görünen birisi olsam bile, aslında yaşadığım özgüven eksikliği tarif bile edilemez. güzellik takıntım vardı, insanların bana yaptığı her şeyin sebebini kendimde arardım.

beni aldatmasının suçunu kendimde aramaktan nefret ediyorum.

gözyaşlarım yeniden dökülmeye başlıyor. sigaramı küçük masanın üstündeki küllükte söndürdükten sonra oturduğum sandalyede küçülebileceğim kadar küçülüyorum. boğazım yanıyor, ancak sigaradan dolayı olmadığını biliyorum.

kendimi bir sorgulamaya alıyorum o an. ona gerçekten aşık mıyım?

ya da düzeltmeliyim, aşık mıydım?

ona alışmıştım, 4 ay süren bir flört döneminin ardından 9 ay kadar yaşanan bir ilişkiden söz ediyorum en nihayetinde.

onu seviyordum, ancak bu aşk mıydı?

kesinlikle hayır.

24 yaşımdayım. çok uzun süreli olmasa bile yaşadığım ilişkiler, flört ettiğim insanlar elbette oldu. hoşlandım, belki sevdim.

fakat hiç aşık olmadım. aşk çok ayrı bir şey benim için. doğru kişi demektir aşk, diyen birisiyim.

tachihara benim için en başından beri, doğru kişi değildi. arkadaşlığımızın yavaş yavaş flörte dönüşmesinin ilk günlerinden itibaren bunun farkındaydım hatta. ama bilirsiniz, beni güzel hissettirmişti. belki doğru kişi değildi ancak bu onunla güzel bir ilişki yaşadığım gerçeğini değiştirmiyordu. tabii daha düzgün bir şekilde bitirebilseydi, en azından bunu yapabilseydi onu kötü birisi olarak hatırlamazdım.

geçmişimde beni mutlu eden birisi, derdim. selamlaşırdım.

o bana ihanet etmeyi seçti.

o benim için öldü.

düşüncelerimle bir savaş halindeyken ve düşüncelerim bana karşı galip gelmek üzereyken, kafamı toparlamaya çalışarak sandalyeden kalkıyorum. hava oldukça serin, -tabii bunda saatin gece 3 olmasının da etkisi büyük-  ben ise sadece bol bir tişört ve incecik bir hırkayla duruyorum. içeri girmem gerektiğinin farkındayım.

kapıyı açıyorum, balkonum direkt olarak yatak odama çıktığı için şanslıyım. üstümü değiştirmem gerekiyor ancak öyle bitmişim ki, onu bile yapamayacak kadar aciz hissediyorum kendimi. yatağa giriyorum ve o şeyi öğrendikten sonra elime almadığım telefonumu alıyorum.

onlarca mesaj ve bir sürü cevapsız çağrı.

arkadaşlarım durumumu merak ettiği için aramış olmalılar, diye düşünüyorum.

gördüğüm manzara kaşlarımı çatmamı sağlıyor. hangi yüzle beni arar, diye düşünüyorum. "bu ne yüzsüzlük?"

oldukça sinirliyim, ondan nefret ediyorum ve o bu nefreti her saniye daha da arttıyor. utanmadan nasıl bana hâlâ mesajlar atabilir, üstelik aldatmadığını söyleyen mesajlar?

histerik bir şekilde gülüyorum. onu engellemeliyim. bana bir daha asla ulaşamamalı, adını bile duymamalıyım.

onlarca çağrıyı görmezden gelerek rehberime girip akutagawa'yı arıyorum, hemencecik açıverdiğinde şaşırmam oldukça doğal çünkü bar şu an muhtemelen oldukça doludur.

iyi olup olmadığımı soruyor, benim için çok endişelendiğini söylüyor. tachihara'ya küfürler ediyor. yanıma gelebileceğini belirtiyor, istediğim bir şey olup olmadığını sorduktan sonra konusu üzülmemem gerektiği olan uzun bir konuşma yapıyor bana.

ona sahip olduğum için öyle şanslı hissediyorum ki, tanımlayamıyorum.

ben ise iyi olduğumu, endişelenmemesi gerektiğini çünkü o kadar da umursamadığımı söylüyorum. ettiği küfürlere katılıyor (hatta daha da fazlasını ediyor,) yaptığı konuşma için teşekkür ediyorum.

arama sebebim ise başka, onu da söyleyiveriyorum unutmadan. istediğim tatilden vazgeçtiğimi, yarın işe geri döneceğimi belirtiyorum. kafamı toparlamam, o kişiyi unutmam gerek. işe devam etmek buna yardımcı olabilir, biliyorum.

göz kapaklarımı zor açık tutuyorken, kafamı dağıtmak için havadan sudan bir şeyler söyleyen akutagawa'yı kibarca susturup, telefonu kapatıyor ve yatakta herhangi bir yere bırakıyorum.

iğrenç bir günden sonra iyi bir uykuya ihtiyacım var. yastığımda hâlâ onun losyonunun kokusu varken, gözyaşlarımı olmaları gereken yerde tutmak oldukça güç. için için ağlayarak uykuya dalıyorum.

2 yil sonrasinda cok sükür bölüm..

ya aslinda böyle baslamayi hiicc dusunmemistim ama chuuya'nin kisiliğini daha iyi anlamaniz ve eski iliskisi hakkinda bilgi sahibi olmaniz icin böylesi daha uygun olur gibime geldi.

dipnot: dazai ile tanismiyolar su an

umarim begenmissinizdir ya😭💘

insanlığımı yitirirken | soukokuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin