son bir kadeh, diyorum başım masaya yaslıyken. "sonra söz, evime gideceğim."
akutagawa'nın bıkmış bir halde nefes verdiğini duyuyorum, mesaimin bitmesinden itibaren istediğim kaçıncı kadeh olduğu azıcık bile umrumda değil. fazlasıyla bitkinim fakat sadece dış görünüşüme bakan birisinin anlayabileceği türden bir şey de değil bu. dün gece dolayısıyla oldukça çökmüş görünen gözlerim bir güzel kapatılmış, üstüne incecik, dikkatlice bakılmadan çok da fark edilemeyecek bir eyeliner çekilmiş. ısırmaktan çatlayan dudaklarım ise nemlendirilmiş, renkli bir parlatıcı ile süslenmiş. aynaya bakınca gördüğüm o kişi oldukça hoş görünüyor ve ben ilk kez bundan çok da mutluluk duymuyorum. beynimin içinde bir savaş döndürüyorum, kimse bilmiyor.
"kırk beş dakika önce işini bitirdin ve o andan itibaren istediğin 4. kadeh. sarhoş oldun, olacak kıvamdasın, chuuya. yeter artık."
haklısın, diyebiliyorum sadece. sık zaman aralıklarıyla alkol alan birisi olmama karşın bünyem oldukça zayıf. 3-4 kadeh şarapta bile sarhoş olabilmem de cabası tabii. "ama eve gitmek istemiyorum, senin mesai bitimine kadar burada kalabilirim, değil mi?"
söylemime karşı alaycı bir şekilde gülüyor, burasının zaten benim de iş yerim olduğuna dair bir şeyler söyledikten sonra elbette kalabileceğimi söylüyor. vücudumu eğerek başımı bar tezgahına yaslıyorum. akutagawa ise tezgahın ön tarafında bardakları silmekle meşgul. saat gece on bir civarı, belki on iki? gözlerimi kapatıyorum; belki alkolden, belki geçirdiğim son birkaç günün ağırlığından baş ağrım çok fena. bu düşüncenin ne kadar iğrenç olduğunu bilsem bile, 'elde tutamamak' düşüncesine ben de kendimi inandırmış gibiyim. çok yüksek bir olasılıkla, onun mükemmel olduğuna kendimi tamamen inandırdığım için durum bu şekilde. bana ihanet eden kişi o olmasına rağmen kendimi suçlu hissetmem bu yüzden. sanki onu bunalttığım için beni bırakmış gibi gelmesi, beni bitiriyor ancak bu düşünceden de uzaklaşamıyorum.
sol tarafımda hissettiğim hareketlilik, beni o an için soyutluyor düşüncelerimden. başımı kaldırmıyorum, vücudum önceden olduğu gibi tezgaha doğru eğik bir halde. bar lupinin müşterilerinin çoğu, daimi müşterilerdir. farklı birilerini görmek zordur. her zamanki kişilerden birisidir, herhalde.
''hep aldığımdan lütfen, akutagawa-kun.''
duyduğum sesle birlikte kaşlarım çatılıyor. daha önce bu barda böyle bir tonlama duymadığıma emin olmakla birlikte, eğer duymuş olsaydım unutamayacağımı da biliyorum. ses tonu oldukça ilgi çekici olan kişinin kim olduğunu öğrenmek için oldukça hevesli olduğumdan, kaldırıyorum başımı. ardından vücudum doğruluyor, gözlerimi sol tarafıma çeviriyorum.
bu adamı burada daha önce hiç görmediğime yemin edebilirim.
bar lupinde görmediğime eminim ancak başka bir şekilde gördüğüme eminim. yüzünü anımsıyorum, oldukça iyi görünen bir yüze sahip. yüz hatları oldukça belirgin, yüzüne çok güzel bir şekilde uyum sağlayan bir burnu var. kabarık ve hafif dalgalı olan saçları uzamış, yüzüne düşüyor. dudakları kalın olmamasına rağmen varlığını belli ediyor.
onu incelediğimi görüyor oluşunu sonradan fark ediyorum. yüzünde muzip bir gülümseme belirmiş, benim ona yaptığımın aynısını yapıp o da bana bakıyor.
gözlerimiz kesiştiğinde çekinip, gözlerimi ayırıyorum üzerinden. boğazımı temizleme ihtiyacı duyuyorum. tam yan tarafımda oturan, tanımadığım adamın kollarındaki ve boynundaki bandajlar dikkatimi çekiyor. üstünde bej renginde uzun bir trençkot var, içine giydiği beyaz gömlekle çok güzel durmuş. giydiği siyah kumaş pantolon ve siyah sivri-burun ayakkabıları da öyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
insanlığımı yitirirken | soukoku
Fanficdazai osamu, aşkı intihara tercih etmemek için bir mücadele veriyordu. • soukoku • alternative universe