Untitled Part 3

8 1 0
                                    

Ertesi gün diğer bölümlerden gelenler de olduğu için etrafı büyük bir kalabalık hâkimdi, gergin olmamaya çalşıyordum ama bu pek mümkün değildi. Hala doğru kararı verip vermediğimi kestiremiyordum. Jeongguk, diyordum. Ya yukarılarda bir yerin olacak ya da tümden ayvayı yiyeceksin. Bütün bunlar ters de tepebilirdi ve ben ikinci kez yükseklere bile çıkmadan yerin dibine girebilirdim. Mantıksız hareket ediyordum ve bu asla benim karar veriş şeklim değildi; ani, üstünde düşünmeden, anlık hırs ve tutku uğrunaydı. Yanlış diyen tarafım çok ağırdı ama artık geri dönmek istemiyordum. Sürekli başa sarıyordum, gurursuzluktan başka bir şey değildi bana göre.

Bir süre daha etraftaki insanların azalmasını bekledim. Kağıt için yavaşça amfinin merdivenlerini adımladığımda yan taraftaki merdivenlerde gördüğüm tanıdık simayla kafamı çevirdim. Hızlandım ve o gelmeden hemen önce kağıdı vererek kapıdan çıktım. Kapıdan çıkmadan önce sırtımda hissettiğim bakışlardan dolayı arkamı döndüm ama iğneleyici bakışların tahmin ettiğimin aksine başka bir çift gözden bana yönelmişti.

İstemsizce yüzümde yüksek ihtimalle aynanın karşısında görsem benim bile rahatsız olacağım bir sırıtış belirdi. Sırtımdan bıçaklanmamış da bıçaklamış gibiydim. İzlenimi vermekte hiç problem yoktu ama ne yazık ki akşam eve gittiğimde olacaklarla örtüşmüyordu bu tavırlarım.

Ben, Min Yoongi'yi tanıyordum ve bunu uygulamalı olarak tam şu an deneyimliyordum. Yoongi'nin aksine, bizim bölümden olmadığına emin olduğum ama biz gelmeden önce bile namı bize kadar ulaşan Park Jimin'nin bakışlarıydı bunlar. Ne hakla bakıyordu, demeyeceğim çünkü Yoongi'nin illaki çevresini zehirleyecek birini bulduğunu biliyordum. Ben olmasam başka biriydi işte. Tahammül edemiyordum daha fazla.

Yoongi'yle olan son iletişimimin bir bakışma olduğunu bilmeden amfiden ayrıldım. Gidebileceğim tek bir yer vardı bundan sonra, şimdi de en küçük diye adlandırdığım jeongguk'un konferans salonuna gidiyordum. Artık her şeyden haberdar bir biçimde sakin adımlarla Kim Taehyung'un saatinin gelmesini bekleyecektim. Bugün dersim olmadığından tek işim oydu, ve de az önce verdiğim belgeyle tescillenmiş piyanomdu tabii. Teknik olarak Kim Taehyung'un piyanosu oluyor ama onun büyüsüyle bir yere kadar gidebileceğimden kendi kendimi geliştirmem gerekiyordu. Planım vardı elbet, en alasından hem de.

Konferans salonuna geldiğimde ellerimin alışması için pratik yapmam gerektiğini biliyordum ama her şey son geldiğimdeki gibi aniden yaşanmadı. Uzun, aynı zamanda algılayamadığım bir süre sadece piyanonun başında oturdum.

Kolay değildi. Elimi bir türlü uzatamıyordum.

Ne kadar süre geçtiğini kestirememiş olacaktım ki arkamdan gelen sesle oturduğum yerden irkildim.

"Ellerini kullanmadığından dolayı düşüncelerinin sesi fazla çıkıyor."

Kim olduğunu attığı adım seslerinden anlayabildiğim Kim Taehyung'a yakalanmanın verdiği utançla başımı yukarı kaldıramadım, gözlerim piyanonun tuşlarında geziyordu sadece.

Yaptığım hatayı bilircesine yanıma adımlamadan önce piyanonun diğer tarafına geçmiş ve ellerini yaslayarak bana bakmaya başlamıştı. En nihayetinde kafamı kaldırmamla utancım yerine aklımın başka Kim Taehyung içerikli düşüncelerle dolması bir olmuştu. Çünkü geçen seferkinin aksine, o kadar farklı görünüyordu ki bir önceki Kim Taehyung'tan farklı kişiler olduğuna yemin edebilirdim. Kim Taehyung, Kim Taehyung evet. Bakıyordum ve tekrar bakıyordum çünkü baktıkça durumumu unutacak kadar aklım duruyordu.

Üstünde kahve rengi kısa kollu bisiklet yaka bir kazak vardı, içine giydiği beyaz tişörtü ve kolundaki eski duran saatiyle siyah, kumaş bir pantolon giymişti. Dağınık ama bir o kadar da her şeyi yerli yerindeydi. Saçları aynıydı bir tek: Uzun ama asla önüne gelmeyen siyah tutamları tıpkı bir öncesindeki gibi dağınık duruyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 02 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

once upon a time | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin