Affetmek.

246 17 4
                                    

Meltemi iliklerime kadar hissediyorum, keşke bu kadar soğuk olmasaydı diye sızlanırken üzerimde ki ince sayılabilecek kıyafetlere bakıyorum. Ah.. hava kaç derecedir ki? Meltem bir kez daha kendini hatırlatıyor. Yeterince soğuk dercesine. Nerde olduğuma bakınıyorum, BAM! buraya neden geldiğimi hatırlatan baş ağrısı saplanıyor kafamın merkezine. Oradan yayılmaya başlıyor, soğuk baş ağrısı ve biraz baş dönmesiyle ilerliyorum. Uzun ağaçlarda sadece kuru dallar kalmış geriye, her birinin yaprakları dökülmüş her biri yasta. Bu atmosferi açıklayan tek renk gri olurdu diye geçiriyorum içinden. Ne umudun beyaz ışıkları, ne de karanlığın çöktüğünü hissediyorsun burada. Bir kaç ruhsuz beden toprağın altında dinleniyor, dinleniyor dediğim çoğu çoktan çürümüştür. Bir kaç kurta ev sahipliği yapan bedenlerin azabını umursayan bir kaç yakını dualarıyla dindirirken, bazılarının dua edecek bir yakını bile olmamış acısını azaltacak tek bir insan bile edinememiş acınası ve çaresiz bedenler. Bana kalırsa kimse tarafından umursanmayacak olan çöp parçaları.

Bu atmosfer düşüncelerimi de grileştirmeye yetmişti, ben sahip miydim acımı azaltacak bir insana? Hayır. Kendim hakkında çöp diye bahsedecek kadar özgüvensiz ve ego zedeleceği bir kişiliğim var mıydı? Tartışmaya açık bir konu sayılırdı bu, şayet sinirlendiğimde dünyanın en özgüvenli ve egolu insanına dönüşüyordum. Hepimiz öyle değil miydik zaten? İşimize geldiği kadar acındırır kendimizi, öfke gibi güçlü duygularda gösterirdik gerçek yüzlerimizi. Gerçekten acınası olan insanların doğasında aptal ve egoist varlıklar olmasıydı. Sözüm meclisten dışarı. Diye mırılanmıştım kendi kendime. Sanki beni dinleyecek, duyacak, yargılayacak insanlar doluydu. Gözleri benim üzerimde gibi hissediyordum. Ellerimi sıktım. İstemsiz bir tepkiydi, yutkunamayacak kadar garip hissediyordum.

Az ilerde duaları okunan ölülerden uzakta bir silüet dikkatimi çekmişti, tanıdıktı ama bir o kadar uzaktı hatıralarıma. İçimde ki merak duygusu kasıp kavuruyordu beni, Hey hey! Sen oradaki! Hey! Beynim bağırmam için zorluyor bu kelimeleri tekrar ediyordu, içimde inanılmaz bir duygu vardı. İsmi dilimin ucuna geliyor ama söyleyemiyordum, devlet sırrı gibiydi. Genç adama yaklaştım, yaklaştıkça anlamıştım gençliğini. Saçları kehribardı, aman tanrım.. o kehribar saçlar insanın canını yakardı. Doğalım ben diye bağırıyorlar, özenle şekkilendirilmemişlerdi ancak garip bir havası vardı. Kendi hallerinde olsalar bile en özenle yapıp taranmış saçlardan daha ilgi çekicilerdi. Yüzüne yaklaştıkça dikkatimi çeken bir diğer şey çenesini kasıyor oluşuydu. Sıkıyordu çenesini, dişlerini kırmak istercesine. Ellerine baktım, yumruklarını sımsıkı sıkmıştı. Tırnakları avuç içini kızartmış, biraz daha sıkarsa yaralar bırakacaktı. Kendini mi sıkıyordu? Neden? Neden kendine bu denli baskı uyguluyordu? Ağlamamak için mi? Neden ağlamak istemiyordu? Burası bir mezarlıktı, herkes ağlar dua eder acısını gerek göz yaşlarıyla gerek gözlerinden damlayamayan yaşları haykırışlarla atmak için çabalarlardı.

Genç adamın gözlerine bakabilmek için bir kaç adım daha atmıştım, tanrım..

"Tanrı yarattığın varlıklara karşı bu kadar acımasız olmayı nasıl başarabiliyorsun?"

Mırıldandım.. gözleri.. gözleri ölüydü. Çok kez ceset görmüştüm, çok kez ölü bedenleri izlemiştim. Ölümü hep merak etmişimdir, soğukluğunun nasıl olduğunu azabını, nasıl hissettirdiğini bilmek istemişimdir. Bu bir meraktı benim için. Ancak ilk defa bu denli ölü gözler görüyordum, gözleri cam gibiydi.. hayır gökyüzü? Daha da güzeli.. gözleri okyanusun diplerini andırıyordu, gözleri seni çekiyor, amansız dalgalarıyla savuruyor, en sonunda seni kendinin bir parçası yapıyordu. En diplerine kadar batıyordum gözlerindeki okyanusun.

Çocuk mırıldanıyordu, sesi o kadar boğuktu ki başımı daha çok ağrıtmıştı. Neden bu kadar boğuktu sesi? Ağlamış mıydı? Boğazını mı yaralamıştı ağlamak? Bağıra bağıra mı ağlamıştı? Canını ne yakmıştı bu kadar? Başında durduğu mezar mı? Mezara girmesine neden olan şeyler mi? Belkide kişilerdi? Belki annesiydi? Kardeşi? Ailesinden biri? Dostu? Aşkı? Davası neydi? Yüreğini yakan şeyi merak ediyordum, sesine odaklandım gözlerimi kapatıp dinlemeye koyuldum. Çocuk bana doğru döndü.

"Affeder mi?"

"Affeder, neden affetmesin?"

Hiç düşünmeden verdiğim bu cevabın sonucunu da düşünmemiştim, hiç tanımadığım davasını bilmediğim bu çocuğa cevap verirken aklımdan ne geçiyordu?

"Ben affetmeyeceğim."

Kimi diye sormaya dilim varmadı, öldüreni mi affetmeyecekti, öleni mi? Ölülere neden kızarlardı ki? Belki gerçekten sevdiğine zarar vermişlerdi, affetmiyordu yapılanları. Belki tanrıya kızgındı? Onu bu hale getirdiğinden dolayı onu affetmiyordu, soğuk ölü gözleriyle mezarlığa baktı. Gözleri tekrar beni buldu. Belki hayata kızgındı onu bu hale getiren kaderine? Sormak için ağzımı açtım. Ama kelimeler ağzımdan çıkmak bilmiyordu.

"Asla affetmeyeceğim."

Gözlerindeki ölü hüzün nefrete dönüştü, nefreti canımı yakıyormuşçasına göğsüm sıkıştı. O ölü gözlere bakmak acı vericiydi, gözlerinin çok güzel olduğunu haykırmak istedim. Asla anlayamadığım bir güzelliği vardı. Nefes kesici, can yakıcı, buz tuturacak kadar soğuk bir güzellik. Rüzgar bana olduğu kadar ona da acımıyor gibiydi. Atkısına daha sıkı sarıldı, üşümeyi sevmiyordu anlaşılan. Gözlerine bakmaya devam ettim.

"Kimi affetmi-"

Sözüm yarıda kaldı, çocuk gözlerimin içine bakmaya devam etti. Nefesim kesilmiş cümlememi bitirememiştim, üstüme yürüdü gözlerime daha derinden baktı. Gözbebekleri ağlamak istercesine titriyor, nefreti izin vermiyordu. Yanımdan geçip gitti. Arkasından bakmaya cesaret edememiştim. Olduğum yerde dikildim. Gözüm mezarlığın üzerine ilişti. Bir kaç taç yaprağı düşmüş bir papatya bırakılmıştı mezara, yutkundum.

"Affeder."

Rüzgar tekrar delicesine esmişti ben mırıldanırken. "Kimse senin kadar güzel bir çocuğa kin tutmaya kıyamaz." Kendi kendime düşünüyordum. Soğuktu ancak olduğum yerden kıpırdayamıyordum, çocuğun bedenimde bıraktığı etki omuzlarıma yük olmuştu. Bir şekilde öğrenmek istiyordum. Adını bile soramadığım o çocuğun hikayesini bilmek istiyordum. Kardeşi var mıydı? Onu mu kaybetmişti? Nefesimi tuttuğumu çok sonradan fark ettim. Ciğerlerim yanınca derin bir nefes aldım. Aldığım nefes tıkamıştı göğsümü.

İlerleme vaktim gelmişti. Bu çocuk her kimse onu bulacaktım, o hikayeyi öğrenmeği ölümsüzleştirmeyi her bir kirpik tanesinden çok istiyordum.

"550"

Kendimi onaylamak için mırıldandım.

"550 kirpik."

O gözlerime bakarken kirpiklerini bir bir saymıştım, göz alıcılardı. Hafızama kazıdığım mavi okyanusu bulmalıydım. Kehribar saçlı, mavi okyanuslarla kaplı bir çocuk daha gelmezdi bu evrene.

"Birgün tanrı seni benim karşıma çıkaracak"

Bunu biliyordum, bundan emindim, öyle olmalıydı.

Gülüşlerin. (Zhongchi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin