4- Düşmüş Anılar

228 29 2
                                    

Valerie için çok az an vardı. Mutlu olduğu anlarda hep kendisi ve kısa süre gördüğü komşusu Azazel vardı. Bazen birbirlerinin mutfaklarında birlikte yemek yapar, bazen çiçeklerle uğraşır bazen de bulutları izleyerek şarkı söylerlerdi. İsteyebileceği ve sahip olduğu tek dost oydu.

Ve şimdi de bu kumral kadın. 

Teklifi yalnızca birkaç dakika değerlendirmiş ardından ise kabul etmişti. Üstüne geçirdiği gri deri ceketiyle büyüleyici görüntüsünü daha da harikalaştırmıştı. Şimdi ise New York sokaklarında kol kola gezen iki genç kadındılar. Vitrinlere bakarak iyi- kötü eleştiriler yapıyor, beğendiklerini birbirlerinin üzerine tutarak övgüler yağdırıyorlardı. Neredeyse normal görünüyorlardı.

"Ne kadar zamandır buradasın?" dedi Wanda tatlısından bir parça koparırken. Valerie limonatasından büyük bir yudum aldı ve bakışlarını ona çevirdi. "Yaklaşık on sekiz ay oluyor sanırım. Amcam burada daha rahat yaşayacağımı düşündüğü için evini bana verdi."

Wanda onu onayladı ancak ileride gördüğü karartı ile duraksadı. Yine de kendisini ele vermemek için gülümseyerek kıza bakmaya devam etti. Kulaklıktan haber vermek istese de Valerie yanındayken bunu yapmak tehlikeliydi. Peçeteyle ellerini temizledi ve el çantasını aldı. "Lavaboya gitmeliyim ama hemen geliyorum. Ben gelene kadar bir sonraki durağımızı seçmeni öneririm. Yoksa kilo alana kadar yemeye devam edeceğiz." dedi gülerek. Valerie de onu gülerek onayladı. 

Wanda lavaboya geldiğinde kabinleri hızlıca kontrol etti. Boş olmaları şu anlık tek şansıydı. Kulaklığını açtı. "Kafenin yakınlarında birini gördüm. Şu an lavabo bahanesiyle sizinle konuşuyorum." dedi. Arkadan Tony'in küfürleri gelmeye başladığında gözlerini devirdi ve daha aklı başında birinin konuşmaya başlamasını bekledi.

"Clint ve Steve incelemek için geliyor. Valerie'ye bir şey belli etme." dedi Natasha. Kızıl kadın ajan kimliğini takınmıştı ve planı kurmuştu. Şüphesiz ki takımda herkes bu kadına hayrandı. Wanda derin bir nefes aldı. "Teşekkürler Nat." dedi.

Aynaya kısa bir bakış atarak saçlarını alnından ittirdi ve her şeyin iyi olacağıyla ilgili birkaç kelime mırıldandı. El çantasını güç alırcasına sıkıca tuttu. Topuklu botları tok seslerle içeriye yöneldiğinde masanın boş olmasıyla duraksadı. Yanına gelen garsona şüpheyle bir bakış attığında adam hafifçe gülümsedi ve başıyla selam verdi. 

"Siz hanımefendinin bahsettiği arkadaşı olmalısınız. Acil gitmesi gerektiğini ve numarasını size vermemi istedi. Buyurun efendim." dedi ve peçeteyi ona uzatarak uzaklaştı. Wanda rakamlara saniyelik baktıktan sonra kafeden çıktı. Güneş gözlüğünü takarak kalabalığa karıştı. Yanından geçen insanları inceledi. Her şeyden habersiz dünyalarına özendiği kadar onlardan nefret ediyordu. Kendileri için canını ortaya koyan kişileri yalnızca dışarıdan göründükleri şekilde yorumluyor ve eleştiriyorlardı.

Acınasıydılar.

Kadın kulaklığını açtı. "Nerede olduğu hakkında bir bilgisi olan?" dedi merakla. Endişeliydi ancak bunu yansıtamazdı. Profesyonel davranmak zorundaydı ama içinde, meleğe karşı olan yoğun minnet duygusu ve saygı onu zorluyordu. Konuşmanın ucundaki ekip birbirlerine baktılar. Hayatları boyunca yaşadıkları en büyük şaşkınlık etkisini Valerie Morningstar tarafından yaşamışlardı. Gökten kelimenin tam anlamıyla düşmüş, sonsuzluk taşlarından etkilenmeden devasa bir orduyu devirmiş ve ölen iki kişiyi diriltmişti. Mantığı ve gerçekliği yok saymıştı. Ve şimdi, dakikalar önce kapıdan çıkarken yüzünde olan gülümseme... Gülümsediği kişi...

"Üsse gelmelisin," dedi Steve yutkunarak. Yanındaki asırlık dostuyla bakıştı. Bucky Barnes onu başıyla onayladı sessizce. Yutkundu yüzyıllık adam. "Oturman da en iyisi olacak."

Düşmüş Melekler GerçekliğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin