3

65 13 23
                                    

güneş batmak üzere ve ben hala yazıyorum. dünyanın sonuna kadar da yazacağım, çünkü bundan başka bir boka yaradığım yok; keza kağıt ve kalemden başka ruhumu dinleyen, umursayan bir şey de yok.

dün gece eve geldiğimde o kadar felaket bir haldeydim ki, kapıyı kapattığım gibi omzumu duvara yaslayarak ağlamaya başlamıştım. hayatımda bir ilk yapıp, bağıra çağıra ağlıyordum. yan komşum gelip "sessiz ağla lan pezevenk! ne ağlıyorsun amına koyduğum?" diye bağırana dek de devam etmiştim. normalde olsa dinlemezdim tabi. çığlıklar atar, inadının üstüne giderdim. ama o an halim yoktu. nefes almaya bile halim yoktu ki alabileceğim kadar yavaş nefes aldığımdan ciğerlerim yanıyordu. o yüzden sessiz kaldım; komşu da gürültüyü kestiğimi işitince geri uykusuna dönmüştü. neden ağladığımla ilgilenmiyordu, ama benim yerimde başkası olsaydı sorardı; yemin ederim o tatlı ses tonunu kullanarak "neden ağlıyorsunuz? konuşmak ister misiniz?" derdi. psikiyatristti ve onlara özel tonuyla konuştuğu her seferinde gıcık olurdum. neyse ki bana asla öyle yaklaşmamış, benden hep tiksinmişti.

umurumda değildi. sorulmak, görülmek istemiyordum zaten.

o gidince ne bir şey düşündüm ne de yerimden kalktım. bomboş zihnimle ağladım sadece. kendime olan nefretim o kadar içime sığmıyordu ki, gözyaşlarımla beraber vücudumdan çıkıyorlardı. her dünyaya varan gözyaşımda insan olduğumu daha derinden hissediyordum, uzun süredir bu duyguyu tatmamıştım.

ağladım, ağladım, ağladım, ağladım...

ve eve gelirken açık olan bir büfeden aldığım beş paket sigaradan birini titrek ellerimle açtım.

güneş doğduğunda ise — aslında hatırlamıyorum. o an ne oldu ne bitti, gerçekten bilmiyorum. aklım yerinde değildi, kızarmış gözlerim ağlamaktan uyuşmuştu. iyice yükselen ateşim dolayısıyla kemiklerimin fena halde sızladığını hissediyordum. bütün bu acılar beni rahatsız etmek yerine zevk veriyordu. çünkü tüm günahlarımın bu ağrılarla silindiğini, bedellerini ödediğimi sanıyordum. ama hayır, aksine zevk alarak daha çok günah eklemiştim.

o haldeyken nasıl bu eski kağıtları önüme koyup kalemi de aldım, bilmiyorum ama büyük bir başarı olduğundan eminim. şimdi ise buradayım. yazıyorum, ölene kadar da yazacağım.

bana "bu kadar kötü hissedecek ne yaptın, yahu? kafadan kontak mısın nesin, anasını satayım anlattığına bakılırsa şeytan senden ders falan almalı." dediğinizi duyar gibiyim — tabi kimsenin bu değersiz ve çirkin kelimeleri okumayacağını biliyorum, ama gene de bu soruyu yanıtlamak isterim...

en başından başlayacağım. zaten gecenin kalanını anlatacak gücü halen kendimde bulamıyorum. biraz oyalanmaktan bir zarar gelmez.

laf arasında da dediğim gibi üniversitede sıkı can dostlarıydık biz: beomgyu, kai, soobin, yeonjun ve ben... saçmasapan bir üniversite kulübünde tanışmıştık. kulübün amacı korku hikayeleri, oyunları, filmleri vb. idi. yarımız ilgilendiğimizden, yarımız da sırf taşşaklığına girmişti. katılma amacımız ne olursa olsun hayatımızın değişeceği hakkında en ufak bir fikrimiz dahi yoktu.

bizim dışında dört kişi daha vardı ama isimlerini hatırlamıyorum. zaten birkaç ay sonra yeonjun ve kai'nin dalgalarına dayanamayıp ayrılmışlardı. bilmiyor olabilirsiniz, ki bilmediğiniz için şanslısınız çünkü yeonjun ve kai'nin mizahı öyle boktandı ki... üstelik bile bile daha da kötüleştirmeye çabalarlardı. insanları rahatsız etmekten garip bir haz duyuyorlardı. aslında bu, biraz da insanlara karşı olan nefretlerinden kaynaklanıyordu fakat o sıralar derinlemesine düşünmezdik böyle şeyleri. bir süre sonra kalan üçümüz de onlara ayak uydurmaya başlamış, kafamızın üstüne füze düşse dalga geçecek raddeye gelmiştik.

kalbimin parçaları dağılmış her yere | taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin