"ya öyle işte... min-ah söz konusu olunca tuzağın farkında bile olsam oltaya geliyorum!" dedi yeonjun gülümseyerek.
"başından aşağı buz döküldüğünde orada olmak isterdim" dedi beomgyu kolasından bir yudum aldıktan sonra. yeonjun onun omzuna vurarak bağırdı ve beraber gülüştüler. bir anlığına eski zamanlara uçuverdim onları izlerken.
"şaka yok, min-ah ile tanışmak isterdim." dedi soobin.
"senin hayatından ne haber? yapayalnız hayata devam mı?" dedi yeonjun dalga geçerek.
"ne diyorsun piç, hayvan dostlarım var benim!" dedi soobin yumruğunu kaldırarak.
"kabul et bir insan olamazlar! dilleri yok, oturup dertleşemiyorsun. halinden anlıyorlar mı belli değil-"
"tabi anlıyorlar insanın halinden! hayvanın olmadığı için bunu bilemezsin! bak, mesela hwan... oldukça yaramaz ve hareketli bir çocuktur o. işten geldiğimde ilk önce tripli olduğunu gözüme gözüme sokar, bakışlarıyla neden beni evde yalnız bıraktın der ve sonra gitmemin cezasını ödetmek için türlü türlü maskaralıklar yapar."
"gene aynı günlerden biriydi, ama müdürden çok fena azar yemiştim. bilirsiniz, bana bağırılmasına pek gelemem; hemen ağlarım —o an olmazsa da sonra ağlarım. neyse... yine öyle oldu... nedenini hatırlamıyorum; işten çıktığım gibi ağlamaya başladım. eve döndüm; gözlerim şiş, burnumu çekip çekip duruyorum... hwan anında anladı bir terslik olduğunu. normalde enerji dolu girer, hwan ile ilgilenirdim. öpmekten hayvanı bıktırırdım fakat bu sefer öyle yapmadım. zaten hwan'ı gördüğüm gibi yeniden ağlamaya başlamışım fark etmeden. bir suskunlaştı, bir suskunlaştı... ama görmeniz lazım nasıl uysal! tanısanız 'ulan bu hwan değil, başka köpek mi aldın da bizi kandırıyorsun!' dersiniz, yani o derece! sürekli bana sarılıp durdu, bakışlarını da benden hiç çekmedi. normalde asla böyle şeyler yapmaz. ilgi istedi mi gelir istemedi mi gider!"
"ama canım, şimdi... hissediyor olabilirler de... gene de insanla bir mi? bence değil. eğri oturup doğru konuşalım. hiçbir mantığı yok. dünyayı aynı pencereden bile görmüyorsunuz, hatta renkler bile bir değil-"
"gene boş felsefe yapmaya başladın sen de. çok can sıkan bir tipsin!" dedi soobin konuşmasına dayanamıyormuş gibi elini sallayarak. yıllar onu insanlara karşı sabırsız biri yapmış olmalıydı.
"galiba min-ah'ın sayesinde olmuş o da! normalde felsefeden nefret ederdi! sövüp de dururdu; kai kızardı, sonra daha çok söverdi —sahi kai nerede kaldı?" dedi beomgyu.
masadaki gerginliği hissettirmemek adına hızlı hızlı konuşuyorlardı. beomgyu ve ben sessizdik, gözlerimizi birbirimiz hariç her yerde gezdiriyorduk. konuşmasa bile ne dediğini duyuyordum ben, onu tanıyordum, değişim onu yıkasa da tüm kirlerini atsa da tanıyordum ki ben. anlardım bakışlarının bile ne demek istediğini. insan içten içe değişmezdi bir kere. sadece kabuğunu farklı renklere boyardı ve o da en göz alıcı renkleri seçmişti fakat yine de içinde biraz olsun mutluluk yoktu. biliyordum, sadece öyleymiş gibi yapıyordu ve ana kapılarak hissettiği mutluluğu sahi sanıyordu ama biz, birbirimiz olmadan eksiktik. yaşasak neydi, yaşamasak neydi? bu hayatı zaten aşk dışında neye yaşıyorduk ki? yaşamın anlamsız olduğunu hissediyordu ve ben, onun bir anlamı olabilirdim. o zaten benim anlamımdı. fakat ben anlamımı çok uzun zaman önce kaybetmiştim.
yeniden boş bir sohbete gömüldükten çok kısa süre sonra kai kapının önünde belirdi. her zamanki gibi şık giyinmiş ve ellerini utançla önünde birleştirerek onu karşılayanları selamlıyordu. onun gülümsemesinin, bu salondaki en gerçek gülümseme olduğuna dair bahse bile girerdim. öyle saf ve berrak bir adamdı o.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kalbimin parçaları dağılmış her yere | taegyu
Fanfiction[angst, broke up] geçmişte beomgyu'nun kalbini ağır bir şekilde kıran ve arkadaş grubunun dağılmasına sebep olan taehyun, günlerden bir gün düğün davetiyesi alır, kampüsten bir tanıdıkları evleniyordur. sırf eski dostlarını ve beomgyu'yu görmek için...