1280
Toprağın canının yandığı günlerde köylünün de sırtı terden sırılsıklam olmuştu. Güneş tüm çıplaklığını sergilerken başlarındaki hasır şapkaları daha da indiriyorlardı kısık gözlerine. Kurumaktan kendini alıkoyamayan toprak, üzerindeki insanların ter damlalarıyla ıslanıyordu. Ne köylü kavuşuyordu suya ne de toprak. Uzaktaki sevgili gibi bekliyorlardı birbirlerini.
Bu verimsiz toprakların bile büyüttüğü tohumlar vardı. Vazgeçmemişti köylü. Susuzluktan çatlamış olan toprağı görünüşü ile yadırgamamış, ona inanarak kendi temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar tohum ekmişlerdi.
Ve bugün de yetiştirdikleri ürünleri toplamanın vaktiydi. Sadece on beş kişi ile bunu akşama kadar tamamlamaları çok zordu. Bazısı çocuk bazısı yaşlı işe yaramaz bir takımdı.Yine de yapacakları tek iş bu olduğu için kimse şikayet etmiyordu. Köyün ileri gelen yaşlısı haftada bir halkının ihtiyacını karşılamak için kraliyetteki hizmetkarlara gider ve ihtiyaç listesini verirdi. Bir iki gün sonra ise dağıtımdan görevli olan hizmetkarlar gelir köylüye ürünleri teslim ederdi. Tabi her işte olduğu gibi bu işte de bir çıkar vardı. Ne halk ne de krallık karşılıksız bir şey yapmıyordu.
Fazla geniş sayılmayan krallık dünyadaki ileri gelen bir yapıyı barındırıyordu içinde. Dünyadaki ilk ve tek olacak bir sisteme sahiplerdi.
Kral ülkesini on üç eyalete bölmüştü ve her birinin içinde küçük yerleşimler, köyler yer alıyordu. Ülkenin her bir toprağı birbirinden farklı özellik gösteriyordu. Bazı eyaletler tarımla uğraşırken bazıları hayvancılıkla ilgileniyordu. Her eyalet bir niteliği temsil ederken belki de en şansızları bu kurak topraklarda tarımla uğraşan insanlardı. Fakat kendilerine verilen görevleri yerine getirmek zorundalardı sonuçta onlar özgür değillerdi.Dinin her şeyden üstün tutulduğu dönemlerde insanlar kendilerini ilah sanan kişiler etrafında toplanıyordu. Hepsi aynı etten kemikten yaratılsa bile insanlar çok konuşan kişilerin daha üstün olduğunu düşünüyordu. Kendilerini cennetin anahtarı olarak tanımlayan o şarlatanlar insanların aklını bir güzel ele geçiriyordu. Bunun en büyük hatası o kişilerin çok konuşması değildi en büyük hata insanların başka bir insanın etkisi altında kolayca kalıp sorgulamamasıydı.
Skolastik düşünmenin tüm insanları etkisi altına aldığı dönemlerden birinde bir çocuk o küçük aklıyla bunun bir kandırmaca olduğunu düşünmeye başlamıştı çoktan. Etrafındaki arkadaşları, akrabaları hatta ailesi bile kilisenin etrafında mal karşılığı cenneti garanti eden adamlara körü körüne inanıyordu. Hatta ailesi elinde para olmadığı için kendi oğullarını tanımadığı adamlara verecek kadar gözlerini köreltmişti.
Tüm bunlardan nefret ve şüphe duyan çocuk bir yalancının eline düşmüştü, hayali bir toprak parçası yüzünden. Evden çıkmasına izin yoktu, tüm kapılar pencereler kilitliydi. Evde kalıp etrafı temizler, yemek pişirir ve sahibini ağırlardı. Sadece bununla da sınırlı kalmazdı. O üçkağıtçının kendi aklından uydurduğu saçmalıkları da dinlerdi. Ona ne kadar çok hizmet ederse cennetin en güzel yeriyle onu ödüllendireceğini söylerdi cenneti parayla satan adamın cennetin kapısını bile göremeyeceği gerçeğiyle.
Çocuk tüm çocukluğunu o adamın yanında geçirmişti, anne babasının nasıl gözüktüğünü bile hatırlamıyordu artık, tek bildiği altı kardeşi olduğuydu. Dört duvar arasında büyüdü ne kaçmaya çalıştı ne de adamı öldürmeye. Böyle koyunların dolu olduğu topluma neden yardım edecekti ki? Toplum vermişti bu fırsatı bunların eline, her şeyden toplum sorumluydu. Çocukluğunu çalan bu adam değildi toplumdu.Günlerden bir gün adamın evini üç koca adam basmıştı gecenin bir saatinde. Büyük bir gürültüyle uyanmıştı çocuk sıçrayarak yatağından. Ne olduğunu anlayamadan çokça gürültüler bir anda yükselip acı bir çığlıkla son bulmuştu. Anne babası kadar nefret ettiği adam yerde kanların çizdiği ahenkle yatıyordu gözleri vahşetle açık kalmışken. Üç koca adam kapıyı kırmış, şarlatanı öldürmüş ve çocuğa hiçbir şey yapmadan da gitmişlerdi. Adamın neden öldüğünü bilmiyordu çocuk fakat ruhunun cehennemin en derinlerinde yanacağından emindi.
Baltayla parçalara ayrılan uzuvlarına baktı yerdeki adamın. Korkması gerekiyordu ama bunu hak ettiğini biliyordu. Hatta sevinmişti bile. Acı çekerek ölmesini istiyordu ve sonunda duaları kabul olmuştu. Şu an özgürdü buralardan gidip ailesini bulabilirdi fakat bunu istemiyordu. O bu dünyadaki tek gerçek olan şeydi kendisini sokaklarda kaybedemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Derinlerde öldürdüklerimiz yeter | taeten |
FanfictionKafatasının içine yapılan bir iğne ile beynin tam ortasına yerleştirilen hap insanın tüm benliğini ele geçirir.