-
Şehrin kalbinden yürütüyor beni, bir uyaksız şiirim ben darmadağınığım, mazgalların üstünden atlatıyor beni, ayağımın ucunu bile değdirmiyor birinin milim kenarına köşesine, ne kıymetli ayaklarım varmış diyorum şaşıyorum buna, utanıyor daha önce hiç böyle kıymet görmemiş ayaklarım mahcup oluyor da kaybediyor ritmini ve tökezletiyor beni, güçsüz rediflerimden sarsılıyorum da yampiri yürüyorum ve o kıkırdıyor, o kıkırdıyor, bana, sesini işitmek ne tuhaf şey, az önce yaratılmışım gibi bakıyorum etrafıma, nefesim kesiliyor tanrım, onu işitmek yüzümde tatlı bağ bozumları kesiliyor da gülmek geliyor içimden, güneşler açıyor gözlerim ve kirpiklerim uzuyor sarı sarı, kaşlarım iki küçük dağ tepesi ve ağzım bir gonca bahçesi, nasıl böyle güzel gelirim kendime bilmiyorum ki, kızma sakın, az kalsın onun yüzünde de seni arayacak oluyordum ucuz atlattım, cebindeki ellerimiz tüm parmaklarından iç içe biliyor musun, tüm, tırnaklarım onun tırnakları yanında çok küçük, parmaklarım küçücük, nasıl böyle küçük olurum ki, bir ceviz dalına kurulmuş salıncakta sallanırken çok yükseğe çıkmışım gibi, tam o yükseklikte asılı kalmışım da ayağımın altında kuru ekinler uyuyormuş gibi bir ağrı var karnımda, hiç de geçmiyor, olur öyle deyip durmasana, bazen kusacak oluyorum.
O, bu mazgalları beni yutacak derin kara delikler görüyor sanki, öyle kasılıyor ki yanımda, o da mı salıncakta çok yükseğe çıkmış gibi oluyor, ayaklarının altındaki boşlukta kargalar mı uçuyor çığlık çığlık, öyle tetikte kesiliyor ki, şey oluyorum, böyle ben itiraz etsem de kucaklayacak beni sanıyorum, bir görsen onun yüzünü anlarsın tanrım, sımsıkı bastıracak beni kendine, ben de, ben de çenemin ucunu onun omzunun başına bastırıp orada ezeceğim utancımı ve aştığımız her mazgalda zafer çığlıkları atacağım sanıyorum, yani, aslında, biliyorsun çığlık atmak pek benlik değil, sessiz mısralardanım ya hani, olsun sen de onun kulağına kısık miyavlarsın mı, ne delisin tanrım, aklın bir garip çalışıyor, yapmam öyle bir şey, utanmadım bir sus, beni dinle, bak bir mazgalı daha aştık, hayır hiç de miyavlamadım canım!
Arabalardan yana duran hep o oluyor biliyor musun, öyle de korkuyorum ki onun üzerine vuran far ışıklarından, yolun ortasına atlayıp kızgın kızgın bakmak istiyorum hız limitini aşanlara, düzgün sürsünler uysunlar kurallara, niye böyle fevrileşiyorum bilmiyorum ki canım, histerik bir şey oluyorum, bayılacak mıyım birazdan, bu gecenin rüzgârı da nerede başlarsa şımarıp hırçınlaşmaya, yüzünü orada rüzgâra rehin veren o oluyor, o güzel yüzü hırpalanıyor keskin soğukta, içim sıkılıyor kuvvetli büyük bir el tarafından, bu kez bayılacağım sanıyorum, ben, sakın gülme tamam mı, ben onun canı pahasına koruduğu küçük prensi falan mıyım, o da babamın en sadık şövalyesi, bu yürüdüğümüz de kutsal bir yolmuş, nereye yürüyoruz, tanrı katına mı, sana falan mı, gülme, mazgallar şeytan inleri, düşersem iblislere ziyafet olacağım, bu yol sana gelmenin yolu, misafirliğe geliyoruz tanrıcığım çaylarımızı fincanlara bölüştürdün mü yanaklarına allık süründün mü hani, kıkırdıyorum içime içime, burnum akacak oluyor utan diyorum kendime, nerede görülmüş prenslerin burnunun aktığı, hem, burnumun aktığını görürse çekip gider diye korkuyorum şaka değil, hiç durmadan koklayan tavşan burnu gibi oluyor burnum sürekli burun çekiyorum, kıkırdıyor, bana, çok utanıyorum ama sümüklü olmaktan iyidir değil mi, o beni şimdi şehrin kalbinden yürütüyor tanrım sanki tüm kalbiyle yapıyor bunu ve kalbim de seziyor bir şeyler böyle düğmelerini iliklerinden patlatmaya niyetli çarpıyor yerinde.
Onunla, bu şehrin koyu gecesinde milyon parçaya bölünüyoruz, her yanda bir zerremiz asılı kalıyor biliyor musun ya da tümden uydurukçu kesildim de uyduruyorum, şurada, az önce şu yanda kolum koluna minicik yaslandı da ona değdiğim yerden titredim, kargaların kanat sesini işitmiş gibi, olgun üzüm kokusu almış gibi, kuru ekinlerin gölgesi üzerime vurmuş gibi titredim bunu uydurmuyorum, sabah bizden bir gölge aramak için şehri baştan sona dolanırım diye çok korkuyorum sakın ha bunu kimseye söyleme tamam mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
külkedisi
Fanfictionekin kargalarının çığlıklarını devriye gezen polisler yutuyor, bu kadar mı karanlık bu kadar mı sokağım, ya avuç içim ya acım, ya kokum?