Renkler solmuş, sanki bir duman bu lanet evi hiç terketmez olmuştu. Yangının yerini sorgulamaya gerek yoktu; iliklerime kadar hissettiğim bir yangın vardı içimde. Merdivenin başında, mutfağın girişini gösteren kolonun soluk, kirli yeşil fayansları yine ilişti gözüme; koyu kırmızı damlalar, yarıya kadar örttüğü kolonun alt kısmına doğru sıklaşıyor, yerde bir kan gölüne dönüşüyordu. Kalkacak halde değildim, salonun ortasında duran koltuğa yığılıp kalmıştım. Belki de ölmüştüm, kim bilir?
Koltuktan sarkan elimde, parmaklarımın arasında bir kağıt parçası olduğunu biliyordum. Unuttum, ne vardı üstünde? Kafamı yana devirdim böylece kısa saçlarım yüzümü örttü. Bulanık ya da değil kağıtta ne olduğuna bakmak için başımı eğdim. Bu kızı, resimdekini, tanıyor muyum?Ne güzel bir varlık, ama tanıyıp tanımamak sorun değil sonuçta ertesi gün herşey yine silinecekti. Hafızam herşeyi içindeki çöplüğe gömecekti yeniden; onu, beni, bu evi, eşyaların dağılma sebebini, duvarda ara sıra görünüp kaybolan kan izlerini...
Uyku ağır bastı, uyumak istemiyorum. Onu tekrar unutmak istemiyorum, Tanrım lütfen herşey gitsin; kim olduğunu bile bilmediğim o kız hariç. Eksikliğim vardı, ancak onun o fotoğraftaki saf gülümsemesi o kadar içtendi ki tıpkı bir Tanrıça gibi bana "Dayan Jan." diyordu. Bunu söyleyen ilk insan değildi sanırım, ancak eminim ki O, bunu tüm samimiyetiyle söyleyen tek insandı. Nerede şimdi? Neden kimse yok?
Sorun nerede hiç anlamıyorum, anlamayacağım da. Kapı mı çalıyor, yoksa bunu çok mu diledim? Açamazdım ki, ben yaşadığımı bile düşünmüyorum. Ayakta durabilir miyim? Belki, ancak titreyen yalnızca ellerim olamazdı; dizlerim kırılıp beni taşıyamayacaktı, bunun için ayaklarıma bu yükü veremezdim. Nefesim; yaşam için tek kaynak, burnumdan başlayıp ciğerlerime kadar kavuruyordu beni. Böyle bir acı varken öldüğümü düşünmem adil değil, ölmüş olmam için tüm bu acıların ruhumu incitmeyi bırakmış olması gerekirdi.
Dışarıdaki her kimse kapıyı açamayacağımı anlamış gibi kapıyı çalmayı bırakıp kırmaya çalışıyordu, kırıldı. Uzun boylu, deri montlu esmer bir erkek girdi içeriye, mahzun bakışları dağınıklığı tavaf ederken bana çarptı. O değildi, belki de hiç gelmeyecek. 'İyi ki' diye düşündüm. 'İyi ki yarın uyandığımda seni unutmuş olacağım kızım. O zaman huzurlu olacağıma yemin ediyorum. Yemin ederim ki sana, kalbimi bu kadar acıtmana artık izin vermeyeceğim.'
" Jan?!" dedi soluk soluğa. İsmim buhar olup uçtu dudaklarından. Acınacak halde olduğumu ne kadar da güzel anlatmıştı oysa bu tek bir kelimesiyle. " İyi misin?" Sesi çok yumuşaktı, tıpkı bir melodinin özenle seçilmiş notaları gibi. Aslında gerçekten komikti, kendisine göre fazla sempatik konuşuyordu. Oysa bu genç insanları umursayacak birine benzemiyordu.
Etrafta baktı, tekrar bana döndü. Parmakları saçlarına gidecek gibi oldu; bunu yapmak için zamanı tükenmişti sanki, kolu tekrar yanına düştü. Bıkkın ve yorgun adımları yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı ağır ağır. Sandalyenin önünde durdu. Buradan ne kadar da uzun görünüyordu. Onu gözümde büyütüyor olabilirdim, kaşında neden demir parçası vardı ki canını yakmıyor mu?
Dizlerinin üzerine çöktü, eli yüzüme uzandı ve sıcak eli soğuk tenimdeki var olduğunu bile anlamadığım acıyı dindirdi. Ardından parmakları saçlarımın arasına daldı. Başımı çevirdim, onun parmaklarına dolanan saç tutamlarım havada asılı kaldı. Kelimeleri dökmeye hiç niyetim yoktu. Anlamamıştı... Neyi anlatmaya çalışıyordum bilmiyorum ama o an bana dokunmasını, bana sarılmasını hatta beni sarsmasını çok istedim. ' Kendine gel Jan!' diye haykırmasını diledim. Bütün ömrünü şu evin bir köşesinde oturarak bedeninin çürümesini bekleyen bu cesedi uyandırması için işten içe dua ettim ve o anlamamıştı bunu.
" Yeter artık Jan!" dedi yorgun sesiyle. " O sonsuza dek gitti."
Yutkundum.
" Uykum var." dedim boğuk sesimle. Aslında uyukluyordum zaten, ya da bu baş ağrısı ile ölüyordum. " Çık dışarı!" Saçlarım gözlerimi örtüyordu, onun bulanık silüeti başını benden yana kaldırdı, daha çok bulanıklaştı; gözlerim gözyaşlarını bir perde gibi çekti dış dünyaya. Sonra, bu saçma ve nedensiz acı karşısında taştı.
" Jan!?" dedi bu sefer haykırarak. " Lütfen, bana bunu yapma! Bu gün uyanabilmemiz, demek olmuyor ki tekrar uyuyacağız. Seni unutmak demek değildi tekrar hatırlatmayacağım. Varlığını hissedebiliyorum, ama bulamıyorum; herşey karıştı Jan ben kayboldum. Ölmek istiyorum ama bu çok acımasız, kaybetmiş olmamız ölmemiz anlamına gelmez."
Yalvaran yüzü ceketine gömüldü, ağladığını görmemi istemiyordu. Neyden bahsettiğini, kim olduğunu bilmediğimi biliyor mu acaba? Sorun bu değildi, sözleri içimdeki ağrıyı artırdı. Kağıdı tutan elimi kendi elleriyle sardı, yavaşça kağıdı elimden çıkardı. Ona baktı, resime büyük bir özlemle baktı, ardından bana. O hiçte yabancı olmayan bakışları hüzünle beni izliyordu.
Odaklanamadığım bazı sesler duymaya başladım; her zamankinden daha fazla. Gıcırdayan verandadan yaklaşan ayak sesleri ve de konuşma sesleri ... Henüz açık olan kapıda ki karaltıyı yakaladım, aynı hızla içeriye giren bazı insanlar vardı. Genç, elimi bırakıp geri çekildi, onlardan haberi vardı bu yüzden tüm bunların karşısında sadece beni izliyordu.
Önlüklü insanlar... Ne kadar acı; cesedimi kaldırmaya gelen yaratıklar gibi eldivenli, maskeli, bazıları beyaz önlüklü bu insanlar hayaletten farksızdı. Birinin eldivenli elleri kafamı yavaşça kaldırdı, ağzıma yaklaştırdığı tüpü kınımı bile kımıldatmadan içime çektim. Yavaşça bilincim kapanırken, deri montlunun sesini duyabiliyordum. " Onu incitmeyin lütfen!." Tedirgin sesi duyduğum son ses oldu. Çaresiz, kısık bir yalvarış...
![](https://img.wattpad.com/cover/315017716-288-k256800.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senin İçin Ölmek
General FictionBu gün uyanabilmemiz, demek olmuyor ki tekrar uyuyacağız. Seni unutmak demek değildi tekrar hatırlatmayacağım. Varlığını hissedebiliyorum, ama bulamıyorum; herşey karıştı Jan ben kayboldum. Ölmek istiyorum ama bu çok acımasız, kaybetmiş olmamız ölme...