๖๖๖"Sessiz olsana at kafalı! Onları uyandırmayacak şekilde yapamıyor musun?"
"Kang Yeosang neden bu kadar korkuyorsun? Kendine gel! Biz WooSang takımıyız! Bizim inanılmaz bir gücümüz ve sevgimizde var!"
Yeosang güldüğü sırada, Wooyoung bir çok açıdan fotoğraf çekip telefonunu cebine atmıştı. İkili birbirlerine laf söyleye söyleye odadan çıkıp kapıyı kapattılar.
Güneş bu sabah farklıydı.. Cennetin bir ışığı gibi yayılıyordu odanın içinde. Derin rüzgar perdenin değişik şekiller almasını sağlarken ortamda eksik olan tek şey George Michael'in Careless Whisper şarkısıydı.
Hongjoong'un kucağına saklanmış bir adet pembe saçlı genç kollarını ve bacağını ona dolamıştı. Hongjoong'un kolları kucağındaki adamın sırtına dolanmış, çeneside pembe saçlarının üstünde durmuştu. Düzenli bir ritimle birlikte nefes alıp veriyorlardı.
Seonghwa yerinde kıpırdandığı sırada daha çok yüzünü gömmüştü siyah tişörtün açıkta bıraktığı güzel göğüse. Yarı uyanık bir biçimde derin bir nefes çekti çiğerlerine. İçine dolan papatya ve vanilya kokusu zihnini çarptırırken gözlerini araladı usulca. Bu koku tanıdıktı.. Yüzünü kaldırdığında kısılmış gözleriyle burnunun ucundaki büzülmüş kuru dudaklarla karşılaştı.
Yüzünde ukala bir sırıtışla ne yaptığını bilmeden uyuyan gencin yanağını uzunca öptü. Burnunu boynuna daldırıp yüzünü sürterek derince kokusunu soludu ve başını kaldırmadan mırıldandı.
"Ohhh~ İsa aşkına bu rüya gerçek gibi.."
Sesli şekilde konuşurken Hongjoong kucağında durmadan hareket eden Seonghwa yüzünden gözlerini araladı. Bir kaç saniye buğulu gözleri bir şeyi anlamazken burnunun ucunda ona sırıtarak ve yiyecekmiş gibi bakan pembe kafayı görünce dilini yutmuştu. Darmadağın saçları, kurumuş dudakları ve simsiyah gözleri ile Park Seonghwa sizi, ona bakma zevkinden ağlatacak kadar mükemmel görünüyordu.
Seonghwa rüyada olduğunu düşünmeye devam ederken, Hongjoong'un göğsüne yüzünü gömmek için hareletlendiğinde yataktan düşmesi bir olmuştu. Hongjoong bileğinden kavradığı gibi karnına bir tekme atıp onu yataktan yere fırlatmıştı. Ne yaşadığını idrak edemeyen genç acı dolu bir çığlıkla söylenmeye başladı. "Yahh! Ne yaptığını sanıyorsun! Öldürmek istiyorsan canımı acıtmadan bunu yapamaz mısın! Lanet olsun belim kırıldı.. Karnıma neden tekme atıyorsun!"
Hongjoong sinirle yataktan kalkıp yerde durmuş poposunu sıvazlayan Seonghwa'ya baktı. Hiç acımadan poposuna sert sayılacak bir tekme daha atmış ve hızla odadan çıkmıştı. Arkasından bağıran Seonghwa'yı şuan umursamıyordu. Her ne kadar gözünde bir melek kadar güzel ve büyüleyici gözüksede sabah onunla tek beden halinde uyanmak korkunç gelmişti Hongjoong'a. Kalbi teklemişti gözlerini açtığında. Uyanır uyanmaz dağınık bir Seonghwa ve onun gülümsemesine maruz kalmak kalbinizi durdurabilirdi.
O sırada WooSang ekibi akşamdan kalma oldukları için gözlerinde siyah güneş gözlükleriyle, ellerinde buzlu americanoları ve huzurlu bir fon müziği eşliğinde evin orta kattaki salonunda oturuyorlardı. Olacaklardan habersiz bir şekilde kahvelerin içip konuşurkarken birden evin içinde bir bağırış yükseldi. "JUNG WOOYOUNG VE KANG YEOSANG! Yaşamak istiyorsanız sakın kaçayım demeyin göt herifler!"
Yeosang ağzındaki kahveyi Wooyoung'un üstüne püskürterek hızla ayağa kalktı. Wooyoung oturduğu koltuktan kalkmaya çalışırken ayağının takılmasıyla yere düşmüştü. Yeosang hızla onu yerden kaldırmaya çalışırken ikiside arkalarında duran Hongjoong'u fark etmemişti. Aynı anda enselerinden tutan Hongjoong, onları tek bir hamlede ayağa kaldırıp enselerindeki tutuşunu sıkılaştırdı.