Yeni tanıştığım yabancının ve öpüşmemizin düşüncesine öylesine dalmıştım ki Chen, bir kez daha üzerime atladığında onu ancak fark etmiştim. Gülerek bileğimden tutup beni bara doğru sürükledi. Sanırım misafirlerin çoğu Chen'ingözlerini bir parçacık kıstığının farkında değillerdi ama ben bunun ne anlama geldiğini gayet iyi biliyordum: Başım dertteydi. Öpücük -o inanılmaz öpücük- beni öylesine raydan çıkarmıştı ki hiçbir şekilde tartışma heveslisi değildim.
"Lanet olsun, deminki neydi öyle?" diye sordu Chen ve bir kâse fındığı ses çıkaracak şekilde önüme koydu.
"Aç değilim." Şu an en son düşüneceğim şey yemekti.
"Şimdiden sarhoş mu oldun? Bunları ağzına tıkmak için beni zorlama."
"Sarhoş değilim," diyerek itiraz ettim, aslında tam da öyle hissetmeme rağmen. Adamın dudakları... Onun tadı...Bedeninin baskısı... İçimdeki sıcaklık yükseldi, aslında şu ankendime hava körüklemek isterdim.
"Baek!" Chen, burnumun önünde parmağını şıklattı. Başımı salladım ve gözlerimi Chen'e sessiz bir şekilde diktim."Şimdi, az önce, ağabeyimle bir şeyler içebilirdiniz demiştim."
"Özür dilerim." Chen'i ağabeyinin önünde öyle mahcup duruma düşürdüğüm için gerçekten üzgündüm fakat onun çöpçatanlık girişimlerinin istenmediğini başka türlü hiçbir zaman anlayamazdı. Birkaç yıl önce Chen'in ailesinde oldukça utanç verici bir olaydan sonra Chen, insanların içinde aşağılanmış olmanın ne demek olduğunu biliyordu. İstemeyerek bu şekilde davranmak zorunda kaldım, fakat Chen başka bir dilden anlamıyordu. Buna rağmen biz buradaydık,mezuniyet törenimizdeydik.
"Annemi gördüğümü sanmıştım," diye yalan söyledim. Chen'in yüz ifadesi yumuşamıştı. Kâsenin içinden bir avuç dolusu fındık aldı ve bana uzattı: "İşte, proteinler... Buna ihtiyacın olacak."
Chen, söylediklerinde haklı olabilirdi, bahanem düpedüz bir yalan olmuş olsa da. Annem bugün burada olmalıydı ve kuşkusuz bir yerlerden çıkagelecekti. Davetiye olmadan Oxford ve Cambridge kulübüne, hiçbir zaman tek bir ayağını dahi atması mümkün değildi ve İngiltere'nin en nüfuslu ailelerinden birkaçı bekleniyordu. Byun Eun böyle bir fırsatı asla kaçırmazdı. Özel bir tören olduğundan, basın istenmemişti ama biraz şansla paparazzilerden biri veya diğeri girişte muhtemelen bekliyordu. Aslında kimse bizim ailemizle pek ilgilenmiyordu. Onlar ingiltereli bile değildi.
"Teşekkürler." Açlıktan öldüğümü ancak fındıkları çiğnediğimde fark ettim. İçimi çekerek şöminenin üzerindeki saatebaktım. Alt saatten fazladır ağzıma bir lokma koymamıştım.
"Kendi mezuniyet töreninde düşüp bayılmanın sorumlusu olmak istemiyorum," dedi Belle göz kırparak. Belle bunu bilecek kadar beni çok iyi tanıyordu. Tören ve parti arasındaki stresli zamanda benim bir şeyler yemeyi unuttuğumu... "O tarafa doğru bakma ama Byun'lar şimdi girdiler."
"Tanrı kraliçeyi korusun," diye mırıldandım, derin bir nefes alıp birkaç fındık daha ağzıma attım. İlerleyen zamanda fındıkların üzerine bir de bir Bourbon içilmesi gerekiyordu, bu şimdiden belliydi. Arkamı döndüm ve annemi çokkısa olsa da nefes kesen gece mavisi renginde bir elbise içinde gördüm, elbise annemin etkileyici atletik bedenini ikinci bir ten gibi sarıyordu. Buna rağmen yine de yaşına göre fazlasıyla kız gibi görünüyordu, öte yandan dış görünüşüyle ilgilenmek onun hayattaki temel göreviydi.Annemin elini boynundaki inci kolyesine nasıl ustaca koyduğunu ve bakışlarını süzdürdüğünü gördüm. Britanyalı olarak doğmamış olabilirdi, buna rağmen burada bulunan tümbaristokratlara ayak uyduruyordu. Dik başı, kalkık burnu ve yüzünde lütufkâr bir gülümsemeyle orada duruyordu, sanki bir oda dolusu uşağı kendi varlığıyla onurlandırır gibiydi.Derin bir nefes alarak ona el salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Snow Goose // Chanbaek +18
RomanceBaekhyun Oxford üniversitesine kabul aldığında henüz daha Kore'de yaşıyordu. İngiltere'ye taşındığında hayatının aşkını bulacağını tahmin edemedi, yada o adamın İngiltere'nin veliaht prensi Park Chanyeol olduğunu. yetişkin içerik 18+ (Uyarlama Genev...