Boğuk sokak gürültüsü rüyalarımın içine karıştı fakat uyanmayı reddetmiştim. Hafiften sakalı çıkmış yakışıklı bir erkek gördüm rüyamda, yüzü yarı karanlıkta gizliydi. Havada karanfil kokusu vardı. Adam öne eğilerek çene çizgim boyunca dudaklarını gezdirirken parmakları köprücük kemiğimden bluzumun en üst düğmesine kadar okşayarak indi. Yüksek sesle çalınan bir korna adamın geri çekilmesine sebep oldu, oysa ben uyanmamak için daha da zorladım kendimi. Bu arada birkaç metre bizi ayırdı. Adam omuzlarını silkti, bu arada da sabah güneşi kapalı gözlerimin arasından girerken ve rüyamın son fragmanlarını kovarken ben tüm gücümle bu fragmanlara hâlâ tutunuyordum.
Aromalı kahve kokusu ise beni tamamen rüya dünyasından kopardı. Chen içeriye girdiğinde gözlerimi açmak için kendimi zorladım. "Hadi, ayaklan artık, o zaman ona sahip olursun," dedi.
"Saat kaç?" diye sordum yavaş yavaş kendime gelirken.
"Eşyaları yerleştirmek için tam zamanı," diye cevapladı Chen ve kupayı elime verdi. "Yoksa bugünden tez yetişkini oynamak zorunda mısın?"
"İlk iş günüm cuma günü, bıraksaydın da uyumaya devam etseydim." Kahvemi yudumladım ve kaderime yenik düştüm demek ki bugün uyumak haramdı.
"Bir şeyleri açmaya başlamış miydin?"Chen, üzerleri yazılı kolilere bir göz attı.
Yatağıma vurdum. Kuş tüyü yorganımı ve neredeyse bir yarım düzine yastıkları, Krem rengi nevresimlere geçirmiştim ve dört direkli yatağıma sermiştim. Oxford ve Londra arası birkaç kez gidip geldikten bir hafta sonra, çeşitli kanepelerin üstünde deliksiz bir uyku, yapılacaklar listesinin en başında yer almıştı. Bu yüzden de zaten bütün koliler hâlâ açılmamıştı ve duvarlar yeni boyanmış çelik mavi renkten hariç bomboştu. Görünüşe bakılırsa Chen dolabını yerleştirmişti çünkü sabahın erken saati olmasına rağmen, dar siyah bir kot pantolon ve dökümlü bir gömlek giymişti, gömlek Chen'in dar üst bedeninde uçuşuyordu.
Dışarıdan resmen bir korna konçertosu duyulmaktaydı. Chen ayağa fırladı, dışarıya baktı; alnını ve kaşlarını çattı."Lanet olası, neler oluyor öyle aşağıda?" diye sordum.
"Bir avuç dolusu meraklılar... Gazeteciye benziyorlar,"diye cevap verdi aşağılayıcı bir el işareti yaparak. "Belki de bir kaza vardır."
Yatağımdan inleyerek çıktım ve kahvemi kolilerden birinin üstüne koydum. Gazetecilerin bir trajediye hücum etmeleri tiksindiriciydi, sanki insanlar akşam haberlerinde ezilmiş araba hurdalarına can atıyorlardı. Hatta Prenses Sarah'dan sonra alınan tedbirler dahi onları kanlı haber başlıklarını temin etmekten alıkoymuyordu. Nasıl olursa olsun umurların davdeğildi. Bunu düşünmek bile midemi bulandırmaya yetiyordu. Gazetecilerin kimi ya da neyi hedef aldıkları konusunda,ufacık bir fikrim dahi yoktu ama ilerleyen günlerde bunu mutlaka ve iğrençlik derecesinde ayrıntılı bir şekilde her bir gazete bayisinde görecektik.
"Aşağıda olan biteni göremiyorum." Chen ,canı sıkkın bir şekilde burun kıvırdı çünkü kargaşaya olan bir açıklama bulamadı.
"Uyumayı unutabilirim artık." Kolilere tek tek baktım taki içi kıyafetle dolu olanı bulana kadar.
"Duşa giriyorum ve ardından başlayabiliriz."
Chen başını sallayarak kapıya yöneldi. "Ben de o zamana kadar aşağı inip bir bakayım."Başımı salladım ve sitem dolu bir bakış için kendimi zorladım.
"Ya acil bir durum ise ne olacak? Ya da bir katil serbestçe ortalıkta dolanıyorsa?" dedi Chen. "Bu bölgede oldukça yeniyiz, bu yüzden dikkatli olmalıyız."
"Sence de önce dedikoduyu öğrenmesek mi?" sırıtmasını gizlemek için dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdı. "Yok olduğumu anlamayacaksın bile."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Snow Goose // Chanbaek +18
RomanceBaekhyun Oxford üniversitesine kabul aldığında henüz daha Kore'de yaşıyordu. İngiltere'ye taşındığında hayatının aşkını bulacağını tahmin edemedi, yada o adamın İngiltere'nin veliaht prensi Park Chanyeol olduğunu. yetişkin içerik 18+ (Uyarlama Genev...