1.Juliet'i kim öldürdü?

99 8 1
                                    

Gecenin teninde bıraktığı ürpertilerden kaçar, gündüz güneşinin getirdiği umutlara tutunurdu Juliet.

21. asırda yaşayan bedenine karşı 16. asırda yaşayan ruhuyla savaş veriyordu. Bu yüzyılda sahici duygulara rastlamak zordu ancak sahici duygulara sahipken, sahip olmayanlarla savaşmak daha zordu. Sevginin ne olduğunu bilmeyen çoğunluğa karşı kendini sevgiye adayan bir azınlık olarak yaşamak bünyesine ağır geliyordu. Ama bu dünyada ben varsam ve sevgiye inanıyorsam mutlaka benim gibi birileri vardır, diye düşünüyordu. Bazen de gece olunca kalbini derin bir umutsuzluk kaplıyor, bu düşüncenin tam tersine kapılıyordu. Geceyi bu yüzden sevmiyordu. Gece insanlar daha duygusal, daha savunmasız olurdu. Çoğunlukla bu saatlerde yanlış kararlar alınır, sonuçları hüsrana uğratırdı. Kalbi yoran düşünceler karanlık çökünce zihne hücum ederdi ve ruhta saklı her yara, ay ve yıldızlarla birlikte gün yüzüne çıkardı. Oysa ki karanlığın her şeyi örtmesi gerekmez miydi? O zaman gün ışığında bile görülmeyenler nasıl oluyor da gece daha net görülebiliyordu? Hislerinden kaçmayı sevmese de Juliet, korkularından ve kaygılarından kaçmak istediği çok zaman oluyordu. Bu yüzden gündüze sığınırdı. Sabahın ilk saatleriyle doğan güneşin içini ısıtıp kaygılarını boğmasına müsaade ediyordu.

Ancak aşkı, nefretinde bulacağını nereden bilebilirdi? Kaçtığı ve sevmediği o gecenin, ona tutku dolu bir aşk vadedeceğini nereden bilebilirdi? Nefretine aşık olacağını...nereden bilebilirdi?

Günlerden cumartesiydi. Tüm arkadaşları mezuniyet balosunda eğlenirken Juliet, bir sahil kenarında kollarını açmış; kendini kulağında uğuldayan dalgaların ritmine bırakmıştı. Rüzgar tenini usulca okşuyor, saç diplerine tatlı bir ürperti bırakıyordu. Kapalı gözlerinin ardındaki karanlıkta bir siluet belirdi. Bir çift göz, önündeki o siyah boşlukta ateş gibi parladı. Ve ona doğru bir adım attı. Juliet, gözlerini açmadan siluetin adımına karşılık verdi. Kayalara çarpan dalganın sesi ruhunda her zamankinden daha farklı bir etki bıraktı. Zihninde ailesinin sesleri belirdi, hayatına kendi hayatlarıymış gibi yön vermeye çalışan ailesinin sesleri. Annesi, "Bırak o aptal kitapları," diye bağırdı. "sürekli okuyorsun, alim olacaksın sanki başımıza!" Elindeki kitaptan yanık kokuları yükseldi. Bu annesinin yaktığı kaçıncı kitaptı?

Sonra babası seslendi, "Boyasıydı, fırçasıydı bir sürü masrafı var bu bölümün. Başımıza iş çıkarma, ne yetenek sınavıymış! Biz seni bunca zaman o saçma resimleri yapasın diye mi okuttuk? Adamakıllı bir bölüm oku."

Yüzyıllar geçmişti ama kafa hâlâ aynı kafaydı. Hâlâ çocuklarının fikirlerine önem vermeyen, onların isteklerini değersiz görüp hayallerini bir paçavra gibi buruşturan ebeveynler vardı. Her şeyimi aldılar. Ne için hızlıca çarptıysa yüreğim, hepsini ellerimden kanata kanata aldılar. Kitaplarımı yaktılar, yetmedi, resimlerimi de yaktılar. Ki onlar, benim bu hayata bıraktığım tek izlerdi. Bu hayatta var olduğuma ve yaşadığıma dair tek kanıt. Nefes aldığımı değil, yaşadığımı gösteren tek şeyler... Artık yoklar. Ben çizerim, yine çizerim. Ama yine yakacaklar biliyorum. Hiç durmayacaklar. Prangalar taktı ailem bana, söküp atamıyorum ayaklarımdan.

Juliet'in gözleri hâlâ kapalıydı, siluet ona doğru bu sefer tam üç adım attı. Gözleri "Gel." der gibi parlıyordu, Juliet bu çağrıya karşı koyamadı.

Bir adım attı ve fısıltıları rüzgara karıştı: "Kitaplarım yarım kaldı, artık okumayacağım anne."

İkinci adımını attı, kapalı gözlerinin ardındaki kişi elini uzattı ona. Juliet konuştu usulca: "Çizecek hiçbir şeyim yok artık baba, tüm resimlerim yarım kaldı."

Ve son adımını atarken gülümsedi. Rüzgara karışacak son fısıltısı için derin bir nefes aldı. "Artık-"

"yarım kalmayacak hiçbir kitabın." Tek ayağı boşlukta sallanırken ve bedeninin denizle buluşmasına ramak kalmışken arkasından bir beden sarıldı ona. Kulaklarında artık dalgaların ve rüzgarın uğultusu değil, arkasındaki bedenin sıcak nefesi vardı. Karanlıktaki siluet kayboldu, Juliet gözlerini açtı. O yabancının nefesi tekrar kulaklarında dalgalandı: "Daha çok çarpacak fırça darbelerin tualine, yarım kalmayacak hiçbir resmin." Juliet'in bedeni yavaşça geri çekildi deniz kıyısından. Arkasındaki beden onu kendine döndürdü. Karşısındaki koyu renklerle donanmış denizin yerini bir çift parlak göz aldı. Etrafındaki siyahlığa tek zıt düşen onun mavi gözleriydi. Rüzgar saçlarına çarptı sertçe ve araya kahve telli saç tutamları girdi. Gözlerini kapatmadı Juliet çünkü ilk kez gördüğü bir şeyi kaybetme korkusuyla kaplandı vücudu. Karşısındaki parlak gözlerin sahibi elini kaldırarak saç tutamlarını aralarından çekti. Artık gözleri arasında hiçbir engel yoktu. Bir deniz kıyısında, gecenin kör karanlığına rağmen çölde suya kavuşan bedevi gibi kavuştu gözleri. İkisi de derin bir iç çekti, soluksuz kalmış gibi.

"Kimsin sen?" dedi Juliet can havliyle.

"Juliet'im ben," dedi Romeo. "inkar ediyorum adımı. Şayet şu gözlerle tanışıklığım ezelden geliyor gibi hissettikten sonra, nasıl Romeo kalırım ben? Yadsıyorum adımı, bundan sonra senim ben."

Juliet şaşkın bir yüz ifadesiyle karşısındaki bu güzel beyefendinin ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Tanrı ölmeden önce onu bir masalın ortasına mı bırakmıştı hediye olarak? Juliet'in kolları adını henüz bilmediği çocuğa tutundu düşmemek için. Romeo'nun kolları daha sıkı kavradı bu kırılgan bedeni ve nefesi tekrar Juliet'in yüzüne çarptı. "Sen görmüyorsun ama, uzun zamandır Juliet'im ben."

Juliet'in yüreğinden bir ürperti geçti. Daha önce hiç rastlamadığı bir his, adeta kuş olup kondu kalbinin ortasına. Kader miydi ona ölümün kucağındayken yaşamı vadeden yoksa karşısındaki bir çift mavi göz müydü bu kader dedikleri yolları ateşten serüven? Cevabını bilmediği bu soruya uçuruma atlar gibi atlamıştı Juliet. Kaderin pençesi avını bir aslan gibi kavramıştı. Işıklı yollarla aldatacak ama ateşin içine atacaktı onu. Adı kader olacaktı...

Yazgının TrajedisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin