1 yıl geçmişti. Juliet'in; Romeo'nun dudaklarından yaşamı içtiği, daha önce hiç olmadığı kadar yaşadığını hissettiği koca bir yıl. Romeo'nun ise yaşamı her zamankinden daha sıkıca kucakladığı kalbine bir günmüş gibi gelen, dolu dolu ama kısa bir yıl.
O gece yaptıkları konuşmadan sonra ikisi birlikte bir kayanın üzerine oturmuş ve sessizce karşılarındaki manzarayı izlemişlerdi. Bakıyorlardı ama gördükleri ne deniz ne de denizin ufkundaki aydı. Rüzgarın, denizin dalgalarının, ara sıra geçen arabaların sesinin yerine birbirinin kalp atışlarını dinliyor; tüm seslerin içinde yalnızca kendi sessizlikleriyle huzur bulmaya çalışıyorlardı. Juliet'in aklında Romeo'nun dedikleri dolanıp duruyordu. Ölüme kollarını açmıştı, ölümü kucaklayacakken yaşam onu kucaklamıştı. Kaderin cezası mı armağanı mı henüz bilmiyordu ama içinde solmaya yüz tutmuş çiçeklerin bir umuda tutunup yeşermeye başladıklarını şimdiden hissediyordu.
"Hala adını söylemedin." diye sessizliği bozmuştu Juliet. Romeo yavaşça Juliet'e dönüp dudaklarında filizlenen bir tebessümle yanıt vermişti ona. "Juliet'im dedim ya..."
Genç kız derin bir iç çekti. "Gerçekten soruyorum, bıraksana bu söz oyunlarını."
"Ya duyduğunda duymamış olmayı tercih edeceğin bir adım varsa? O zaman ne yapacaksın?"
Romeo'nun sorusu karşısında bir an ne diyeceğini bilemedi. Ama neden bir insanın ismi, duymayı istemeyeceği bir isim olabilirdi ki? Gözlerini Romeo'ya çevirdi ve sakin bir sesle konuştu. "Adını bilmediğim bir felakete sürüklenmektense, hangi yolda yürüdüğümü bilmeyi tercih ederim."
"Felaketin mi oldum şimdi? Az önce hayatını kurtarmışken hem de..."
"Kime göre kurtarmak ki bu? Bir insanın bedeni ölmesin diye onu uçurumun dibinden alabiliyorsunuz madem, o halde neden ruhu gözünüzün önünde çürürken seyirci kalıyorsunuz? İnan bana, içimdekileri bilseydin denize atlamama engel olmazdın. Kurtarılması gereken bedenim değil, ruhum." Romeo bir şeyler söylemek yerine gözlerine baktı uzun uzun. Bazı bakışlar unutulmaz, bazı bakışları gördüğün an alır kalbinin bir köşesine kapatırsın. Yaşadıkça seninle gelir, bazen olur olmadık yerde karşında belirir o gözler. Her zaman aynı hissettirmez belki ama çoğu zaman kalbine acı çektirir. Ne yazıktır ki verdiği acıya rağmen onu saklamaya devam edersin. Bu bakış da tam o türden bir bakıştı. Sessizce baktı Romeo Juliet'e. Gözlerine baktı ama ruhunu gördü sanki. "İlk görüşte aşka inanır mısın?" diye sordu birden. Hayır anlamında kafasını iki yana salladı Juliet. "Hiç?" diye sordu tekrar Romeo. Ve Juliet tekrar cevap verdi. "Hiç."
Romeo hafifçe güldü. "Ben de inanmam, hiç." Sonra önüne döndü ve konuşmasına onun gözlerine değil denize bakarak devam etti. Bakışları soluksuz bırakıyordu. "Muhtemelen söylediğim şeylerden sonra kafanda kurup durmuşsundur. Seni kurtardım, çünkü tam olarak anlamam mümkün olmasa da içindekileri tahmin edebiliyorum. Seni kurtarmama yetecek kadar biliyorum. Bunca zaman düşüşlerinde yalnızdın ve kalkman için elini uzatan hep sen oldun ama insan ya bu, bir yerde yorgun düşüyor. Bir yerden sonra ellerin seni kaldıracak gücü kendinde bulamayabiliyor. Böyle bir noktadaydın, düşmek üzereydin, bu sefer devreye ben girdim. Seni ilk görüşüm değil bu, uzun zamandır seninle geçiyor günlerim. Hesaplarında paylaştığın her resmi defalarca kez seyretmişliğim ve yazdığın her şeyi ezberleyene kadar okumuşluğum var. Kimsenin bilmediği o bloğu bilen tek kişi olma şerefine eriştim tesadüfen. Seni yazdıklarından, çizdiklerinden okuyup öğrendim. Balkona çıkıp mırıldandığın şarkıları dinledim sessizce. Bir kez bile karşına bakmadın. Baksan görecektin beni oysa ama hiç bakmadın. O kadar dalgındı bakışların, o kadar kendi dünyandaydın. Ben de senin iznin olmadan dünyana girmek istemedim. Adına korkaklık de bahane de, ne dersen de. Yeter ki şimdi karşına çıkabilmişken beni geri çevirme. Ben artık seni yazılarından, resimlerinden değil; senden dinlemek istiyorum."