Hayalmiş gibi görünen uçsuz bucaksız, nefesimi kesen, çıt bile çıkmayan yemyeşil ormanın kuytusunda tek başıma dururken gördüm onu. Benim gibi yalnızdı. Yiyecek bir şeyler arıyordu anlaşılan çünkü az önce aynını ben de denemiştim ama ne çare! Zemini kaplayan beyaz örtü imkan bile vermiyordu buna. Ağaçların tepesine uçabilsek, hala yeşil olan dallardan kendimize yiyecek şeyler bulurduk belki. Fakat uçamazdık; biz kumru değildik.
Yavaşça gözden kaybolmaya başlarken beklemeden adımladım hemen ardından. Bu koca ormanda yapayalnızdık, belki de birbirimize arkadaşlık etmeliydik. İşte bu yüzden o hızlandıkça hızlandım ben de. Büyük bedeni ve göğe uzanan boynuzları çok uzaktan bile fark edilirdi ama uzaklaşmak istemedim ondan. Sanki onu kaybedersem ben de kaybolurmuşum gibi korktum. Neyseki az sonra yavaşladı ve aynı yavaşlıkla bana doğru döndü. Çok yakınındaydım, daha önce de beni fark etmemesi imkansızdı. Demek ki görmüyormuş gibi yapmış ve beni peşinden buraya sürüklemişti.
Boynuzlarını sağa sola salladı sonra tekrar baktı bana. O sırada zemine kadar inmiş karların arasında duran leziz ağaç dallarını gördüm. Vakit kaybetmeden onları yemeye başladı. Onu taklit ettim ve birlikte ilk yemeğimizi yemiş olduk.
🦌
Metrodan indiğimde sıkı sıkı tuttuğum çantamın köşesinin ezilmiş olduğu gerçeğiyle yüzleşince bir kez daha nefret ettim insanların arasında olmaktan. Aşağılayıcı bakışları altında ezilmekten ve olanca vakitlerini birinin bedeninde olan kusurları açığa çıkarmak için kullanmalarından bıkmıştım artık.
Sonsuz bir döngünün içinde sıkışıp kalmış gibi nefeslerimi kontrol edemezken bakışlarımı ayaklarıma indirerek alelacele adımlarla bir köşe aradım kendime. Zayıf vücudum yaşlanmaya başladıkça daha da zorluyordu beni. Üstüne bir de sosyal alanlardan kaçınmaya çalışma dürtüsü eklenince her sabah yaşanılan olaylar ardı ardına tezahür ediyor ve günün sonunda yine evimin salonunda kendimi kanepeye atmış oluyordum. Değişiklik yoktu, değişiklik istemiyordum. Çaresizce bir kabullenişin ortasında bulduğumda kendimi, buna karşı çıkacak kadar bile gücüm olmadığını anladım. Hayatı akışına bırakmak da değildi benimkisi; akışındaki hayatı bile yaşayamamaydı.
Sol kolumun hissizliğiyle beraber dinlendiğim köşeden ayrıldım, az öncekine göre daha sakin adımlarla. Metroyla iş yerim arasındaki mesafe çok olmasa da geç kalmamak adına hızlanmam gerekiyordu. Mali işler müdürü olarak görev yaptığım hayvan kesim merkezine yaklaşınca her sabahki görüntüyle karşılaşmam uzun sürmedi. Merkezin tam karşısında olan açık otoparkın kolonları altında geleni geçeni gözleriyle yiyen çalışanlar yine bir bir dizilmiş benim geldiğimi görünce de yönleri tamamen bana dönmüştü.
"Günaydın müdürüm."
Neşeli ve hep bir ağızdan çıkan seslerine karşılık hafifçe gülümseyip başımı sallamakla yetindim.
Hepsi gençti, işlerini hevesle yapıyorlardı ve hayata parlayan gözlerle bakıyorlardı; benim aksime. Şimdi de büyük ihtimalle arkamdan konuşmakla meşguldürler. Pek takıldığım söylenemez ama evet, bazen canım sıkılıyor bu duruma. Yalnızca müdürleri olduğum için bana iyi görünmek istiyor oluşları ara ara huzursuz ediyor beni. Elbette hiçbiriyle arkadaş olmam günlük hayatımda fakat o kolonun altına toplanmış fısır fısır konuşurlarken aralarında iyi anılmak isterim, sanırım.
O an daha fazla bu konu üzerinde düşünme gereği duymadan merkezin kapısından girdim. İçerisi her zamanki gibi sakindi. Gözlerim güneş ışığına alışmış olacaktı ki girer girmez beni karşılayan loş ortam adımlarımın aksamasına sebep oldu. Fakat çabuk toparlayarak binanın sağında bulunan merdivenleri yavaşça çıkmaya başlamıştım bile. Ofisimin kapısının önüne gelmemle birlikte koridorun sonundan bana doğru yürüyen Chan'ı görmem bir olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
body and soul, minsung ✓
FanfictionGizem, bir geyik başı gibi uzanıyor aramızda. Boynuzlarında senin karmaşan ve sana ait bilmediğim, bilmek istemediğim onca şey. ! Bu kurguda body and soul adlı filmden esinlenilmiştir.