II

59 6 2
                                    

"Baba, ben çıkıyorum," diye seslendim, kapıdan dışarı ahşap verandaya doğru bir adım atacakken. "Bu arada ona da söylersin, akşam biraz geç kalabilirim."

"Oğlum, bekle bir hemen geliyorum." diye bir cevap geldi içeriden. Babanın kalın ve hoyrat sesiydi bu. Kundurasının topuklarının parkedeki tıkırtısını buradan bile duyabiliyordum. Sırtımı kapının sövesine yaslayıp oflamaya başladım. Gözlerim yukarıya doğru çıkarken, gökyüzü verandanın çatısının altından usulca gülümsedi bana. Koyuldukça açılan, açıldıkça sıradanlaşan kurşuni renklere bürünmüştü bugün gökyüzü.

Bulutluydu. Yağmur yağabilir demekti, yağmurdan nefret ediyorum. Dolgun gri bulutlar, benim için her daim mutsuzluğu temsil etmişti; kırılmayı, kırıldıkça parçalanmayı, parçalandıkça ufalanmayı hatırlatıyordu.

Babayı gözümün ucuyla gördüm, antrenin sonunda evin üst katına ulaşan merdivenlerin yamacında ona ceketini giymeye yardımcı olan hizmetçi kadının önündeydi. Bastonunu duvara yaslamış, öylece ceketini giyiyordu. Daha doğrusu, giydiriliyordu. O, ne istiyorsa ayağına kadar gelir, bir sözü ikiletilmez ve her zaman için emirlerine sadık birileri vardır.

Bugün lacivert takımını giymişti. Bu demekti ki bugün, düne nazaran daha mutluydu. Fakat niçin?

Hizmetçi kadın, babanın ceketini giydirdikten sonra baba, ceketinin kollarını düzeltti ve süslü bastonunu eline aldığında sendeleyerek yanıma kadar geldi. "Evet, baba?" diye sordum.

Gülümseyerek, "Ne, eveti oğlum?" diye sordu o da.

"Bir şey mi soracaktın, okula geç kalmama değecek bir soru olursa iyi olur." dedim.

"Hayır, bugün okula ben bırakacağım seni, bunu söylemek için beklettim." dedi.

Ahşap verandanın üstünde birkaç adım attığında kunduraları tıkırdadı ve verandanın zemini usulca gıcırdadı, ahşap salıncağın yanından geçerek benden giderek uzaklaştı böylece. Duyduğum şeyle afallamıştım, "Ne demek, beni sen bırakacaksın?" diye sordum.

Verandanın üç basamaklı merdivenlerine yöneldiğinde, "Basbayağı, bunda garipsenecek ne var?" diye sordu.

"Bu bir ilk." diye fısıldadım. "Ve hiç senlik değil."

Merdivenlerden aksayarak inerken, elini verandanın tırabzanına attı ve omzunun üstünden bana baktığında, "Canım istedi." dedi, ses tonu kızdığını belirten boğuklukla duyuluyordu. Bakışlarıysa bir katilinkiyle eş değerdi.

Çok sorgulamadan başımla onu onayladım ve arkasından takip etmeye koyuldum. Çantamı, sırtımda düzeltirken verandanın merdivenlerinden indi o da. Ön bahçenin büyük kapısı, babayı gördüğü gibi evin güvenliği tarafından açıldı. Garajdan şoför, siyah renkteki Mercedes'i çıkardı ve ben, bu olanları verandanın tırabzanına yaslanarak izledim. Bu şöhret, bu şatafat, bu büyü... Baba, hiçbirini hak etmiyordu. Hiçbiri de babayı.

Şoför arabayı babanın önüne kırdı ve doğruca arabadan çıkıp arka kapıyı baba için açtı. "Yusuf Bey," dedi şoför. "Buyurmaz mısınız?"

Burnumdan derin bir nefes aldım.

Baba, omzunun üzerinden bana baktı yeniden, ardından ceketinin göğsünde duran güneş gözlüğünü gözüne taktığında, "Oğlum, gelmiyor musun, yoksa okula biraz daha mı geç kalmak istiyorsun?" diye sorarken gülümsedi. Az önceki öfkeli ses tonundan eser yoktu.

Ağzımdan derin bir nefes verdim.

Benim içinse korkmam gereken hiçbir şey kalmamıştı. Ondan uzak durmak istemiyordum artık. Artık, ondan korkmak istemiyorum.

derinliklerden | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin