......

5 3 0
                                    


Başımı salladım.

Düşen ilk yağmur damlalarıyla titredi. "Burası çok ıssız," diye mırıldandı.

Sesimi çıkarmadım. Düşünceliydim.

Bu, Banu'yu son görüşüm oldu.

Üç hafta sonra Londra'ya gittim. Springfield Park'a bakan kırmızı tuğlalı bir evin ikinci katında, yağmur ve hüzün dolu yeni bir hayata başladım.

Ama o yaz gününü asla unutmadım.

Aradan yıllar geçti. Uzun ve acımasız yıllar.

Artık zamanın geldiğine inanıp geri döndüğümde, yeni bir kalp krizini atlatamayacak kadar yaşlı ve hastaydım. Bütün gün geçmişi düşünerek kumsalda amaçsızca gezindim. Benim güzel kasabam çok değişmişti. Bir zamanların kestane ağaçlarıyla kaplı tepeleri, şimdi beyaz badanalı yazlık evlerle doluydu. Hava sıcaktı ama terlemiyordum. Deniz durgun, sessiz ve masmaviydi. Tahta iskelede bir kadın güneşleniyor, bir erkek ona el sallıyor, birkaç küçük çocuk kıyıya yaklaşan sandala doğru koşuyorlardı.

Derin bir eziklik, koyu bir acı doldurdu içimi. Geçmişin gölgeleri her tarafıma yayıldı, boğazıma yumruk olup düğümlendi. Başlangıç ve son diye bir şey yoktu. Bunu artık anlamıştım. Yazgılarımızın kesiştiği çizgilerdi önemli olan.

Ya kötülük? Gölgede uyuklayan bir yılan gibi, sahneye çıkacağı zamanı bekleyen kötülük. O hep yanı başımızda mıydı?

Fuat'ın cesedinin hala bulunamadığını, bütün aramaların sonuçsuz kaldığını öğrenmiştim. Bizim Moruk'un ölümünden sonra, olayın tamamen kapandığını söylemişti babasından kalan benzin istasyonunu işleten Tayfun. Koca göbeğine ve kel kafasına rağmen kolayca tanımıştım onu. Birlikte, eski günlerin şerefine birer kadeh içki içmiştik.

Bir yaz günüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin