Kış çok sert geçti. Fırtınaların ardından, önce sulusepken, sonra kar geldi,
daha sonra da her yer şubat ayına kadar buzla kaplandı. Hayvanlar, tüm dış
dünyanın gözlerini Hayvan Çiftliği'ne diktiğini, yel değirmeni zamanında
tamamlanmayacak olursa kıskanç insanların sevinçten bayram edeceklerini
bildiklerinden var güçleriyle çalışıyorlardı.
İnsanlar, sırf inat olsun diye, yel değirmenini Snowball'un yıktığına
inanmamış görünüyorlar; yel değirmeninin, duvarları çok ince örüldüğü için
çöktüğünü söylüyorlardı. Gerçi hayvanlar bunun doğru olmadığını bilmiyor
değildiler, ama daha önce kırk beş santim kalınlığında olan duvarların bu kez
doksan santim kalınlığında örülmesi kararlaştırılmıştı; bu da, çok daha fazla taş
taşımayı gerektiriyordu. Taşocağı uzun bir süre kar altında kaldığından hiçbir şey
yapılamadı. Daha sonra hava ayaza çevirip don yaptığında yeniden çalışmaya
koyuldular, ama büyük güçlüklerle karşılaşıyorlardı, eskisi kadar umutlu
değildiler. Soğuktan donuyorlar, çoğu zaman aç açına çalışıyorlardı. Yalnızca
Boxer ile Clover cesaretlerini yitirmemişlerdi. Squealer halka hizmet etmenin
mutluluğu ve emeğin onuru üstüne müthiş söylevler çekiyor, Boxer'ın gücü ve
hiç vazgeçmediği "Daha çok çalışacağım!" çığlıkları hayvanları kışkırtıp
coşturuyordu.
Ocak ayında yiyecekler tükenmeye yüz tuttu. Tahıl tayınları iyiden iyiye
azaltıldı ve açığı gidermek için fazladan patates verileceği açıklandı. Ama çok
geçmeden, üstleri yeterince örtülmediği için patateslerin donmuş olduğu
anlaşıldı. Yumuşayıp bozulmuş olan patateslerin pek azı yenilebilir durumdaydı.
Günlerce, kabuk ve pancardan başka bir şey yemediler. Artık açlıktan ölmenin
eşiğine gelmişlerdi.
Bu durumun dış dünyadan kesinlikle gizlenmesi gerekiyordu. Yel
değirmeninin yıkılmasından cesaret bulan insanlar, Hayvan Çiftliği'yle ilgili yeni
yeni yalanlar uyduruyorlardı. Gene, tüm hayvanların kıtlık ve hastalıktan
kırılmakta olduğu, durmadan birbirleriyle dalaştıkları, yamyamlığın alıp
yürüdüğü, yeni doğan yavruların boğazlandığı söylentileri yayılmıştı. Napoléon,
yiyecek durumuyla ilgili gerçekler öğrenilirse ortaya çıkabilecek kötü sonuçları
çok iyi kestirebildiği için, tam tersi bir etki yaratmak üzere Bay Whymper'ı
kullanmaya karar verdi. O güne kadar, hayvanlar, her hafta çiftliğe gelen Whymper'la ya pek az karşılaşıyor ya da hiç karşılaşmıyorlardı. Oysa bu kez,
koyunların çoğunlukta olduğu bir grup hayvana, Bay Whymper'ın yakınında
dolanmaları ve aralarında konuşuyormuş gibi yaparak, ama onun duyabileceği
bir sesle tayınların artırıldığından söz etmeleri tembihlendi. Napoléon, ambarda
neredeyse bomboş duran kovalara kum doldurulmasını, kumun üzerinin de elde
kalan tahıl ve yemlerle örtülmesini buyurdu. Whymper bir bahane bulunarak
ambara götürüldü ve ağzına kadar dolu kovaları göz ucuyla da olsa görmesi
sağlandı. Napoléon'un numarasını yutan Whymper, her gittiği yerde Hayvan
Çiftliği'nde yiyecek sıkıntısı olmadığını anlatmaya başladı.
Gene de, ocak ayının sonlarına doğru, bir yerlerden biraz daha tahıl almak
kaçınılmaz oldu. O günlerde Napoléon pek ortalıkta görünmüyor, kapısında
korkunç köpeklerin beklediği çiftlik evinden dışarı adımını atmıyordu. Dışarı
çıktığı zaman da, korumalığını üstlenen altı köpek eşliğinde, kimseye yüz
vermeden dolanıp duruyor, fazla yaklaşan olursa köpekler hemen hırlıyorlardı.
Artık pazar sabahları yapılan toplantılara da pek katılmayan Napoléon,
buyruklarını öteki domuzlardan biriyle, genellikle de Squealer'la iletiyordu.
Bir pazar sabahı, Squealer, daha yeni yumurtlayacak olan tavukların
yumurtalarını çiftlik yönetimine vermeleri gerektiğini bildirdi. Napoléon,
Whymper'ın aracılık ettiği bir sözleşmeyi imzalamıştı; sözleşmeye göre, haftada
dört yüz yumurta teslim etmeleri gerekiyordu. Yumurtaların parasıyla, yaz gelip
de durumlar düzelinceye kadar çiftliği geçindirecek tahıl ve yemi alacaklardı.
Tavuklar haberi duyar duymaz ortalığı birbirine kattılar. Gerçi daha önce bu
tür bir özverinin gerekebileceği konusunda uyarılmışlardı, ama doğrusu bir gün
bunun gerçek olabileceğine pek inanmamışlardı. Yumurtaların, tam da ilkbahar
kuluçkasına hazırlandıkları sırada alınması cinayet değil de neydi? Jones'un
çiftlikten kovuluşundan bu yana ilk kez ayaklanmaya benzer bir şey meydana
geldi. Siyah Minorca cinsi üç pilicin önderliğindeki tavuklar, Napoléon'un
buyruğuna kararlılıkla karşı koydular. Çatı kirişlerine tüneyip orada
yumurtluyorlar, yumurtalar da yere düşüp kırılıveriyordu. Napoléon, hiç
kuşkusuz, hızla ve acımasızca önlem almakta gecikmedi. Tavukların tayınlarının
kesilmesini emretmekle yetinmedi, tavuklara azıcık da olsa yem vermeye
kalkışan bütün hayvanların idam cezasına çarptırılmasını öngören bir kararname
de çıkarttı. Buyruklara uyulmasını köpekler sağlayacaktı. Tavuklar, beş gün
kadar direndilerse de, sonunda teslim olarak folluklarına döndüler. Bu arada ölen
dokuz tavuk meyve bahçesine gömülmüş, tavukların kanlı ishalden öldükleri
söylenmişti. Whymper'ın olup bitenlerden haberi bile olmamıştı; yumurtalar vaktinde teslim ediliyor, haftada bir çiftliğe kadar gelen bir yük arabası
yumurtaları alıp götürüyordu.
Bu arada, Snowball hiç ortalıkta görünmemiş; komşu çiftliklerden birinde,
ya Foxwood'da ya da Pinchfield'da saklandığı söylentileri yayılmıştı. Artık
Napoléon'un öteki çiftçilerle arası biraz düzelmişti. Avluda, on yıl kadar önce bir
akgürgen korusu açılırken kesildikleri için artık iyice kurumuş olan koca bir
kereste yığını duruyordu. Whymper, Napoléon'a bunları satmasını salık vermişti;
Bay Pilkington da, Bay Frederick de keresteleri almaya can atıyorlardı, ama
Napoléon hangisine satacağına bir türlü karar veremiyordu. Frederick'le anlaşır
gibi olduğunda Snowball'un Foxwood Çiftliği'nde saklandığı haberi geliyor,
Pilkington'a yönelir gibi olduğunda Snowball'un Pinchfield Çiftliğinde
gizlendiği söylentisi yayılıyordu.
İlkbaharın ilk günleriydi; ansızın duyulan bir haber ortalığı birbirine kattı:
Snowball hava karardıktan sonra gizlice çiftliğe geliyordu! Hayvanlar öylesine
tedirgin olmuşlardı ki, geceleri gözlerine uyku girmiyordu. Söylenenlere
bakılırsa, Snowball her gece karanlıktan yararlanarak çiftliğe giriyor, yapmadığı
uğursuzluk kalmıyordu. Tahılları çalıyor, süt kovalarını deviriyor, yumurtaları
kırıyor, fidelikleri çiğneyip eziyor, meyve ağaçlarının kabuklarını kemiriyordu.
Artık çiftlikte bir iş ters gitmeyegörsün, suç hemen Snowball'a yükleniyordu. Bir
cam kırılsa ya da bir oluk tıkansa, Snowball'un gece gene çiftliğe geldiği, bu işi
mutlaka onun yaptığı söyleniyordu. Bir gün ambarın anahtarı kaybolunca, bütün
çiftlik Snowball'un anahtarı kuyuya attığı söylentisine inandı. İşin garibi,
kaybolan anahtar un çuvalının altından çıktığında bile, hayvanlar bu söylentiye
inanmaktan vazgeçmediler. İnekler, Snowball'un gizlice ahırlarına girdiğini ve
uykularında sütlerini sağdığını bile söylediler. O kış çiftliğe çok zarar vermiş
olan sıçanların da Snowball'la işbirliği içinde oldukları söyleniyordu.
Snowball'un çevirdiği dolaplarla ilgili sıkı bir soruşturma açılması
gerektiğine karar veren Napoléon, köpeklerini yanına alıp çiftlik binalarını
dolaşmaya, en kuytu köşelere varıncaya kadar her yeri yoklayıp araştırmaya
koyuldu; öteki hayvanlar da saygılı bir uzaklıktan onu izliyorlardı. Snowball'un
izini kokusundan bulabileceğini ileri süren Napoléon, birkaç adımda bir durup
yeri kokluyordu. Samanlığın, inek ağılının, kümeslerin, bostanın koklamadık
köşesini bırakmadı ve hemen her yerde Snowball'un izine rastladı. Uzun
burnunu yere dayayıp hızlı hızlı kokluyor, sonra da ürkünç bir sesle, "Snowball!
Buradan geçmiş! Bu onun kokusu!" diye bağırıyordu. Napoléon'un her
"Snowball!" diye bağırışında, köpekler dişlerini göstererek adamın kanını donduran hırıltılar çıkarıyorlardı.
Hayvanlar cin çarpmışa dönmüşlerdi. Snowball sanki görünmez olmuş her
an çevrelerinde dolanıyor, ne zaman ne kötülük yapacağı kestirilemiyordu.
Squealer, akşamleyin bütün hayvanları bir araya topladı ve kaygılı bir sesle,
önemli haberleri olduğunu söyledi.
Tedirginlikle oradan oraya sıçrayarak, "Yoldaşlar!" diye bağırdı. "Dehşet
verici bir haber aldık. Satılmış Snowball, Pinchfield Çiftliğinin sahibi
Frederick'le birlik olmuş! Frederick, bize saldırıp çiftliğimizi elimizden almayı
planlıyormuş! Saldırı başladığında, Snowball kılavuzluk yapacakmış. Dahası
var. Snowball'un burnu büyüklüğü ve açgözlülüğü yüzünden isyan ettiğini
sanmıştık. Oysa yanılmışız, yoldaşlar. Gerçek neden neymiş biliyor musunuz?
Snowball daha başından Jones'un adamıymış! Başından beri Jones'un gizli
ajanıymış. Ardında bıraktığı belgeleri az önce ele geçirdik ve her şey ortaya
çıktı. Bana kalırsa, her şey gün gibi açık, yoldaşlar. Ağıl Savaşı'nda bozguna
uğrayıp yok olmamız için ne dolaplar çevirdiğini gözlerimizle görmemiş miydik
zaten? Neyse ki becerememişti."
Hayvanlar apışıp kalmışlardı. Yel değirmenini yıkmaktan çok daha büyük bir
ihanetti bu. Ama ilk şaşkınlıkları geçer geçmez, Ağıl Savaşı'nda Snowball'un en
ön saflarda nasıl yiğitçe çarpıştığını, geri çekilmeye kalktıklarında kendilerini
nasıl toparlayıp yüreklendirdiğini, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalarla sırtından
yaralandığı zaman bile nasıl ileri atıldığını anımsadılar ya da anımsar gibi
oldular. Snowball'un savaştaki yararlıkları ile Jones'un gizli ajanı olmasını
bağdaştırmak biraz zordu doğrusu. Pek az soru soran Boxer'ın bile kafası
karışmıştı. Yere uzandı, ön ayaklarını altına aldı; gözlerini yummuş, kafasını
toparlamaya çalışıyordu.
"Ben buna inanmıyorum," dedi. "Snowball, Ağıl Savaşı'nda aslanlar gibi
çarpıştı. Gözlerimle gördüm. Savaş biter bitmez, ona 'Birinci Dereceden
Kahraman Hayvan' nişanı vermedik mi?"
Squealer, "Yanılmışız, yoldaş," diye karşılık verdi. "Aslında bizi yıkıma
sürüklemeye çalışıyormuş meğer; ele geçirdiğimiz gizli belgeler her şeyi
açıklıyor."
"Ama yaralanmıştı," dedi Boxer. "Kanlar içinde oradan oraya koştuğunu
hepimiz gördük."
"Danışıklı dövüşmüş!" diye bağırdı Squealer hoplaya zıplaya. "Saçmalar
sıyırıp geçmiş aslında. Okuma bilseydin, kendi yazısını gösterirdim sana; o
zaman her şeyi anlardın. Snowball'un tüm kirli çamaşırları ortaya çıktı:
Bir punduna getirip geri çekilme emri verecek ve meydanı düşmanı
bırakacakmış da haberimiz yokmuş. Az kalsın başarıyormuş da. Aslında, hiç
kuşkum yok yoldaşlar, eğer yiğit önderimiz Napoléon Yoldaş olmasaydı,
mutlaka yapardı yapacağını. Jones ve adamları avluya daldıklarında,
Snowball'un birden dönüp kaçmaya başladığını, birçok hayvanın da onun
ardından gittiğini unuttunuz mu? İşte tam o anda, hepimizin paniğe kapıldığı ve
savaşı kaybettiğini sandığı sırada, Napoléon Yoldaş'ın 'İnsanlığa Ölüm!' diye
haykırarak nasıl ileri atıldığını, dişlerini Jones'un bacağına nasıl geçirdiğini
anımsamıyor musunuz? Bunu unutmuş olamazsınız, yoldaşlar!"
Squealer sahneyi bu kadar canlı bir biçimde anlatınca, hayvanlar da
gerçekten anımsar gibi oldular. En azından, savaşın o can alıcı anında
Snowball'un geri dönüp tabanları yağladığını anımsıyorlardı. Ama Boxer'da hâlâ
bir tedirginlik seziliyordu.
Sonunda baklayı ağzından çıkardı: "Snowball'un daha başından hain
olduğuna inanmıyorum. Sonradan yaptıklarına bir diyeceğim yok. Ama
Snowball'un Ağıl Savaşı'nda tam bir yoldaş gibi davrandığı inancındayım."
Squealer, kısık, ama kararlı bir sesle, "Bak, yoldaş," dedi. "Önderimiz
Napoléon Yoldaş, Snowball'un ta başından beri, üstelik ortalıkta daha
Ayaklanma'nın lafı bile yokken Jones'un ajanı olduğunu tartışılmaz bir biçimde,
evet tartışılmaz bir biçimde açıklamış bulunuyor."
Bunun üzerine, "Ha, o zaman başka!" dedi Boxer. "Napoléon Yoldaş öyle
dediyse öyledir."
Squealer, "İşte, ben yoldaşlık ruhu diye buna derim!" diye bağırdı. Ama
durmadan kırpıştırdığı ufacık gözleriyle, Boxer'a kötü kötü baktığı da gözlerden
kaçmadı. Tam dönmüş gidiyordu ki, birden durdu ve etkileyici bir sesle ekledi:
"Bu çiftlikteki bütün hayvanları uyarırım, gözünüzü dört açın. Snowball'un
ajanlarının şu anda bile ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaştıkları
besbelli!"
Dört gün sonra, akşama doğru, Napoléon bütün hayvanların avluda
toplanmasını emretti. Herkes toplandığında, göğsünde madalyalarıyla (bir süre önce, kendisine hem "Birinci Dereceden Kahraman Hayvan", hem de "İkinci
Dereceden Kahraman Hayvan" nişanlarını vermişti) Napoléon belirdi; dokuz iri
köpek de çevresinde dolanıyor, ikide bir hırlayarak tüm hayvanların yüreğine
korku salıyorlardı. Çok kötü bir şey olacağını sezmişçesine, herkes sessizce yere
çöktü.
Napoléon, orada dikilmiş, sert bakışlarla topluluğu süzüyordu; sonra ansızın
tiz bir çığlık attı. Köpekler, çığlığı işitir işitmez, fırladıkları gibi domuzlardan
dördünü kulaklarından yakaladılar, acıdan ve korkudan ciyak ciyak bağıran
hayvancıkları sürüyüp Napoléon'un ayaklarının dibine bıraktılar. Domuzların
kulaklarından kanlar akıyordu, kanın tadını almış olan köpekler çılgına
dönmüşlerdi. Birden, köpeklerden üçü, herkesin şaşkın bakışları arasında
Boxer'ın üstüne atıldı. Boxer, üstüne geldiklerini görür görmez, kocaman ön
ayağını kaldırıp köpeklerden birini havada yakaladı ve yere çarptı. Yere yapışan
köpek çığlık çığlığa merhamet dilenirken, öteki iki köpek kuyruklarını
bacaklarının arasına kıstırıp tabanları yağladı. Boxer'ın gözü Napoléon'daydı;
köpeği ezip gebertmeli miydi, yoksa salıp koyvermeli miydi? Napoléon'un suratı
allak bullak olmuştu; Boxer'a, sert bir sesle, köpeği salıvermesini emretti. Bunun
üzerine Boxer ayağını köpeğin üstünden çekti, köpek de acı iniltiler çıkararak
sıvıştı oradan.
Az sonra ortalık sakinleşmişti. Suçlulukları yüzlerinden okunan dört domuz,
tir tir titreyerek bekleşiyorlardı. Napoléon, onlara dönerek suçlarını itiraf
etmelerini istedi. Bunlar, Napoléon'un pazar toplantılarını kaldırmasına karşı
çıkmış olan domuzlardı. Fazla direnmeden her şeyi itiraf ettiler: Çiftlikten
kovulduğu günden beri gizlice görüştükleri Snowball ile yel değirmeninin
yıkılmasında işbirliği yapmışlar, Hayvan Çiftliği'nin Bay Frederick'e aktarılması
konusunda anlaşmaya varmışlardı. Snowball'un, yıllardır Jones'un gizli ajanı
olduğunu kendilerine itiraf ettiğini de söylemekten geri kalmadılar. İtirafları
tamamlanır tamamlanmaz, köpekler üstlerine atılıp boğazlayıverdiler. Sonra,
Napoléon yeniden topluluğa dönerek, korkunç bir sesle, "İtirafta bulunacak
başka hayvanlar varsa, ortaya çıksınlar," dedi.
Yumurta isyanında başı çekmeye kalkışmış olan üç tavuk öne çıkıp
rüyalarında Snowball'un kendilerini Napoléon'un buyruklarını dinlememeye
çağırdığını açıkladılar. Ve o saat köpekler tarafından gırtlaklandılar. Ardından,
bir kaz çıktı ortaya ve geçen hasatta çalıp gizlediği altı buğday başağını geceleri
gizli gizli yediğini itiraf etti. Sonra, koyunlardan biri, Snowball'un isteği üzerine,
yalağa işediğini açıkladı. İki koyun da, Napoléon'a bağlılığıyla tanınan yaşlı bir koçu, öksürük nöbetleri tuttuğu bir sırada ateşin çevresinde kovalayarak
öldürdüklerini itiraf ettiler. Hepsi de oracıkta boğazlandı. İtiraflar ve idamlar
böylece sürüp gitti. Sonunda bir de baktılar, Napoléon'un ayakları dibinde
cesetten geçilmiyor. Ortalığı kan kokusu kaplamıştı. Jones'un kovulduğu günden
bu yana çiftlikte böyle bir koku duyulmamıştı.
Her şey bittikten sonra, domuzlar ve köpekler dışında bütün hayvanlar
birbirlerine sokularak oradan uzaklaştılar. Kuyruklarını kısmışlar, tir tir
titriyorlardı. Hangisinin daha korkunç olduğunu kestiremiyorlardı: Snowball'la
birlik olan hayvanların ihaneti mi, yoksa az önce tanık oldukları acımasız
misillemeler mi? Eskiden de böyle kanlı kıyımlara az tanık olmamışlardı, ama
hiç değilse birbirlerini boğazlamıyorlardı. Jones kovuldu kovulalı, bir hayvanın
başka bir hayvanı öldürdüğü görülmemişti. Bir sıçan bile öldürülmemişti. Yarısı
tamamlanmış yel değirmeninin bulunduğu küçük tepenin oraya vardıklarında,
sanki ısınmaya çalışıyormuşçasına birbirlerine yanaşarak yere uzandılar. Clover,
Muriel, Benjamin, inekler, koyunlar, kazlar, tavuklar, herkes oradaydı. Bir tek,
Napoléon'un tüm hayvanların toplanmasını buyurmasından az önce ansızın
ortalıktan kaybolmuş olan kedi yoktu aralarında. Bir süre kimse konuşmadı.
Yalnız Boxer ayaktaydı. Yerinde duramıyor, uzun siyah kuyruğunu iki yana
sallayıp duruyor, şaşkınlık içinde hafif hafif kişniyordu. Sonunda dedi ki:
"Olup bitene akıl sır erdiremiyorum. Kırk yıl düşünsem çiftliğimizde böyle
şeyler olacağı aklıma gelmezdi. Bir yanlış yapmış olmalıyız. Bana sorarsanız,
tek çıkar yol, daha sıkı çalışmak. Ben kendi payıma, bundan böyle sabahları bir
saat daha erken kalkacağım."
Olanca hantallığıyla tırısa kalkıp taşocağının yolunu tuttu. Oraya vardığında,
arabayla iki posta taş taşıdı yel değirmenine, sonra da gidip yattı.
Hayvanlar Clover'ın çevresine toplaşmışlardı, kimsenin ağzını bıçak
açmıyordu. Bulundukları tepeden, çepeçevre uzanıp giden kırları
görebiliyorlardı. Hayvan Çiftliği'nin büyük bir bölümü görüş alanlarındaydı:
anayola kadar uzanan otlak, biçilip kurutulmuş otlar, koru, yalak, sürülmüş
tarlalarda filiz vermeye başlamış gür, yeşil ekinler, çiftlik binalarının kırmızı
damları ve dumanı tüten bacalar... Pırıl pırıl bir ilkbahar akşamıydı. Güneş
ışınlarının vurduğu çimenler ve yaprak fışkıran çitler ışıl ışıldı. Çiftlik gözlerine
hiç bu kadar güzel görünmemişti. Birden, burasının kendi çiftlikleri olduğunu
hatırladılar; bu toprakların her bir karışı onlarındı. Tepeden aşağılara bakarken,
Clover'ın gözleri yaşardı. Düşüncelerini dile getirebilse, yıllar önce insan soyunu alaşağı etmek üzere yola çıktıklarında, hedeflerinin asla bu olmadığını
söyleyecekti. Koca Reis'in ilk Ayaklanma çağrısını yaptığı o gece düşledikleri,
bu şiddet ve kıyım olabilir miydi? Kendisinin gözünde canlandırdığı gelecekte,
hayvanların açlık ve kırbaçtan kurtuldukları, herkesin eşit olduğu, herkesin kendi
gücüne göre çalıştığı ve Koca Reis'in konuştuğu gece yolunu şaşırmış ördek
yavrularına kucak açtığı gibi güçlülerin zayıfları koruduğu bir toplum vardı.
Oysa, nedendir bilinmez, kimsenin düşüncesini açıklamaya cesaret edemediği,
her yerde azgın, yabanıl köpeklerin hırlayarak kol gezdiği, yoldaşlarının korkunç
suçları itiraf ettirildikten sonra paramparça edilişini seyretmek zorunda kaldıkları
bir toplum çıkmıştı ortaya. Ama aklından, ayaklanalım ya da başkaldıralım
gibisinden düşünceler geçmiyordu. Şu içinde bulundukları durumun bile
Jones'un zamanındakinden çok daha iyi olduğunu ve her şeyden önce insanların
çiftliğe geri dönmelerinin önlenmesi gerektiğini biliyordu. Ne olursa olsun
yönetime bağlı kalacak, kendisine verilen emirleri harfi harfine yerine getirecek
ve Napoléon'un önderliğini kabullenecekti. Ama gene de, onca umudun, onca
emeğin karşılığı bu olmamalıydı. Yel değirmenini onca güçlükle inşa
etmelerinin, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalara göğüslerini germelerinin
karşılığı bu mu olmalıydı? Böyle düşünüyor, ama aklından geçenleri söze döküp
dile getiremiyordu.
Sonunda bir bakıma, dile getiremediği sözcüklerin yerini tutacağını
düşünerek, İngiltere'nin Hayvanları şarkısını söylemeye başladı Clover.
Çevresinde oturmakta olan öteki hayvanlar da şarkıya katıldı. Şarkıyı tam üç
kez, üstelik çok güzel okudular; ama hiç bu kadar ağır ve hüzünlü söyledikleri
görülmemişti.
Tam bitirmişlerdi ki, yanında iki köpekle Squealer göründü; belli ki, önemli
bir şey diyecekti. Yanlarına geldiğinde, Napoléon Yoldaş'ın özel bir kararıyla,
İngiltere'nin Hayvanları şarkısının yürürlükten kaldırıldığını açıkladı. Artık
İngiltere'nin Hayvanları'nı söylemek yasaktı.
Hayvanlar şaşırmışlardı.
Muriel, "Niçin?" diye bağırdı.
Squealer, diklenerek, "Artık gereği kalmadı, yoldaş," dedi." İngiltere'nin
Hayvanları, Ayaklanma'nın şarkısıydı. Ayaklanma artık tamamlandı. Bugün
öğleden sonra hainlerin idam edilmesi son aşamaydı. Hem içteki, hem de dıştaki
düşmanlar yenilgiye uğratıldı. İngiltere'nin Hayvanları şarkısında, gelecekte kurulacak daha güzel bir topluma özlemimizi dile getiriyorduk. O toplum artık
kurulmuş olduğuna göre, bu şarkının bir anlamı kalmamıştır."
Çok korkmuş olmalarına karşın hayvanlardan bazıları karşı çıkmaya
hazırlanıyorlardı ki, koyunların her zamanki gibi, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!"
diye melemeye başlamaları tartışmayı başlamadan bitirdi.
O günden sonra İngiltere'nin Hayvanları şarkısı bir daha hiç duyulmadı.
Onun yerine, şair Minimus başka bir şarkı bestelemişti. Şarkı şöyle başlıyordu:
Hayvan Çiftliği, Hayvan Çiftliği, inan,
Benden sana zarar gelmez hiçbir zaman!
Yeni şarkı, her pazar bayrak göndere çekildikten sonra söyleniyordu. Ama
nedense hayvanlar, bestesini de, güftesini de, İngiltere'nin Hayvanları kadar
sevememişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
Ficción históricaİngiliz yazar George Orwell, ülkemizde daha çok Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş bir diğer çok ünlü eseridir. 1940'lardaki "reel sosyalizm"in eleştirisi olan bu roman, dünya edeb...