Gecenin zifiri karanlığının en belirgin saatlerinde, İstanbul'un terk edilmiş bir bölgesine sessizlik hükmediyordu. Etraf o kadar sessizdi ki yere iğne düşse, sesi iki sokak öteden duyulabilirdi. Sessizlik az sonra bir çatışma yüzünden bozuldu. Umut Karatoprak -20'li yaşlarda, saçı ve gözleri simsiyah, sempatik ve takım elbise giyinimli- ve Baran Çelik -30'lu yaşlarda, kumral, şüpheci ve takım elbise giyinimli- adında iki SAVUNMA ajanı, kim oldukları bilinmeyen sekiz kişilik kalabalık bir grupla çatışıyorlardı. Sıcak çatışmalı ortam, tam bir kaos simgesi oluşturuyordu. Saldırganların silahlarından çıkıp acımasızca saplandığı yıkıntıları yerle bir eden kurşunlar havada uçuşuyordu. Umut, prensip gereği üstünde silah taşımadığı için yalnızca Baran silahlıydı. Üstelik sayıca az olmaları da onlar için büyük bir dezavantaj olmuştu. Bunun farkında olduklarından dolayı çatışmadan geri çekilme durumundalardı. Umut, dar sokaklarda hızlı bir şekilde kurşunların hedef tahtası olmadan, yıkık ve harabe bölgede adeta kaçış manevraları uygularken, Baran da onu takip ediyor ve bir nebze de olsa grubu yavaşlatmak için arada bir ardına dönüp birkaç el silahını ateşliyordu. Kısa bir süre sonra Umut konuştu;
"Ayrılmalıyız!."
"Kesinlikle."
Baran'ın onayı ile biri sağa biri sola olmak üzere iki ayrı tarafa dağıldılar. Saldırgan grup üyeleri, dörder kişilik iki eş parçaya ayrılarak takibe devam ediyorlardı. Birliği bozmak, Umut tarafından kazanma amaçlı yapılmış bilinçli bir planın parçasıydı.
Baran, aradaki farkı açtığından dolayı rahatlıkla saklanabileceği bir ortam oluşturmuştu. Bu fırsattan yararlanarak, yıkık bir duvarın ardına saklandı. Kısa bir süre sonra ise Umut'un bulunduğu bölgeden seslerin kesildiğini fark etti. Onun peşindeki saldırganlar oldukça tedbirliydi. Parmakları silahlarının tetiklerinde bekliyorlardı. En ufak bir oynamada silahlarını ateşlemekten kaçınmayacakları ortadaydı. Baran, yüksek bir risk alarak telsiz kulaklıktan Umut'a seslendi;
"Halen hayatta mısın?"
Hiçbir cevap alamamasına rağmen bir süre daha beklemek istedi. O'na göre Umut'u öldürmek kolay olamazdı. Bu sessizliğinin ardında bir şeyin gizlendiğine inanıyordu. Çok sürmeden saldırganlardan biri yüksek sesle konuştu;
"Baksana. Sen bize istediğimiz şeyi ver, biz de senin fazladan birkaç dakika daha yaşamana izin verelim. Ne dersin?"
Diğer saldırganlar, konuşmayı komik bulduklarından dolayı sesli kahkahalar attılar. Baran'ın her ne kadar siniri bozulsa da bulunduğu yerden çıkmaması gerektiğini biliyordu. Sonunun kendi elleriyle gelmesine müsaade etmek gibi bir fikre sahip değildi. Tekrardan Umut'ao fısıldadı;
"Umut, orada mısın?"
------------(Düzenlemede burada kaldım!)--------------
Yine bir cevap alamadı. Saldırganların sabırlı oldukları pek söylenemezdi. Ellerindeki silahları etrafa tutarak her yeri taradılar. Kurşun izleri gözle görülebilirdi. Silahların şarjörleri bitmek üzereydi. Baran, o anı bekliyordu. İlk önce bir saldırganın şarjörü bitti. Hemen ardından diğer silahların şarjörleri de boşaldı. Saldırganlar şarjörlerini değiştirirken Baran kendini belli etti. Bu büyük bir riskti. Yine de risk almak zorunda olduğunu hissetti. O'nun çıkışını gören saldırganlar şarjörlerini daha ağırdan değiştirmeye başladılar. Az önce konuşma yapan saldırgan ise tekrar söz sahibi oldu;
"Kendi ölüm fermanını imzaladın. Şimdi bize çipi ver ve yavaşça ölmeye hazırlan."
"Öyle bir şey olacağını sanmıyorum."