Ne kadar süre orada beraber oturduk bilmiyorum ama havanın soğuduğunu fark edince ister istemez yetişkin dürtülerim ortaya çıkmıştı ve Bakugou'nun tüm inatlaşmalarına rağmen onu da odasına göndermiş ve bu sefer gerçekten deliksiz bir uyku uyumuştum.
Sabah uyandığımda bugünün günlerden Cumartesi olduğunu hatırladım. Sınıftan ve arkadaşlık ortamından oldukça uzaktım ve aşağıdan çatal bıçak benzeri sesler geldiğine göre ya beni uyandırmaya gerek görmemişlerdi ya da daha hazırlama aşamasındaydılar.
İkisini de pek önemsediğim söylenemezdi, bugün için planım bir kafeye gitmek ve aklımı başıma toplayıp doğru düzgün düşünmekti. Dürüst olmak gerekirse dolabımı açtığım zaman gördüğüm kıyafetlerin çoğu anılarımda yer edinmiş kıyafetlerdi. Ama pek iyi anlamda yer edindikleri söylenemezdi.. Nova gerçek anlamda her şeyimi en kötüsü yapmak için hakkı sayılır bir çaba vermişti. Annemin onu neden sevmediğini artık anlamıştım..
Çok geç olmuştu ama maymun gözünü açmıştı.
Üzerime zümrüt yeşili bir bluz altıma ise siyah bir kot pantolon geçirdim ve yanıma bolca para aldım. Kıyafet meselesini erkenden çözmek en iyisi olacaktı.
Siyah saçlarımı sıkıca arkamdan topladım, öncesinde yüzümü kapatması için hep açık bırakır ve sınıfın içinde ezilip büzülürdüm.
Aynadaki kıza baktım, uzun uzun inceledim kızı. Zayıftım, gözlerimde bir parıltı yoktu, hissizdim, hırslarım yoktu ve yalnızdım. Şimdi aynadaki kız dik duruyordu, aklını başına almıştı ve gözlerinde keskin bir öfke yatıyordu.
Elime siyah converslerimi aldım ve hazırladığım içinde ihtiyacım olacağını düşündüğüm şeyleri koyduğum çantayı omzuma taktım ve kulaklığımın tekini kulağıma geçirdim.
Başım yere eğik şekilde merdivenleri inerken beni ilk fark eden kişi kahvaltıyı hazırlayan Yaoyarozu oldu. "Günaydın Hilise-san!" Yaoyarozu..
Gözlerimin dolmaması için yanağımın içini ısırdım. Yaoyarozu beni uyarmıştı, tek arkadaşım beni uyarmıştı.
"Günaydın Yaoyarozu-san." Diğer kızların ilgiside otomatik olarak bana çekilsede bir şey söylemediler, haklılardı çünkü onlara soğuk davranan kişi bendim.
"Dışarı mı çıkacaksın?" Bunu normal bir soruymuş gibi sorsada merakı gözlerinden belliydi.
"Evet, yapmam gereken bazı işler var. Size katılamayacağım." Şimdi yurt kapısının önünde çömelmiş ayakkabılarımın bağcığını bağlıyordum.
"Önce kahvaltı etseydin keşke." İçten bir gülümseme verdim ona.
"Üzgünüm, belki yarın Yaoyarozu-san."
Önce kafeye mi gitmeliydim yoksa alışverişe mi? Şehir merkezine doğru ilerlerken kafamı gereksiz sorularla meşgul etmeye çalıştım önemlileri sonrayaydı.
Sanırım önce alışverişi yapıyorlar? Çeşitli mağazalara girdim, hoşuma giden takılar aldım, çeşitli elbise ve farklı türlerde kıyafetler aldım ve yorgunluktan şiştiğini hissettiğim ayaklarımla kendimi zorla bir kafeye attım.
"İki peynirli poğaça ve bir bardak orta boy siyah çay lütfen?" Garson siparişimi onaylayarak uzaklaşırken çantamdan defterleri ve kalemleri çıkardım.
Nova benim öz kardeşim değildi, annem varlıklı bir ailenin kızıydı ve güçlü bir kadın olarak babamla evlendi. Annem başa çıkılması zor, inatçı bir kadındı ve sanırım babamın ihanetine bulduğu sebep buydu. Babamla başa çıkabilirdi ama Nova'nın annesi yapamazdı, basit bir sekreter olarak yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Sonra Nova ile ben doğduk, aynı yılda. Annem Nova hakkında konuşmayı reddeder ve babamı görmezden gelirdi ama evliliği bozamazlardı. Babamsa bir süre sonra Nova'nın annesinden sıkıldı ve Nova ile ben farklı şartlarda büyüdük. Onun annesi onun arkasındaydı, benimkisi kendi tarafını bile tutamayacak kadar öfkeden gözü dönmüştü.
Ben zenginlikle yaşadım o ise her zaman idare etmek zorundaydı. Bana kin gütmesinin ilk sebebi buydu.
İkincisi ise özgünlüklerimizdi, benimkisi yani telekinezi bir çok amaçla birden fazla sektöre yardımcı olabilecek bir meslekken onunkisi sadece saniyeler süren bir biçim değiştirmeydi.
Burada yine aramızda bir çizgi çekildi.
Beraber büyüdük ama o zenginliğin sadece bir misafiriydi, önemsiz bir oyun arkadaşı. Onu sevdim, onu gerçekten çok sevdim. Babamın mirası bana kaldığında ona mülk verdim, ondan özür diledim ve evime her geldiğinde ona en iyi hediyeleri verdim.
Farklı durumlardaydık, bu ikimizinde suçu değildi ama bir şekilde düşmandık işte. Zor şeyler yaşadı, biliyorum ama bende zor şeyler yaşadım.
Bana o zor şeyleri o yaşatmışken onun yaşadıkları benim suçum değildi. İhanetinin açıklaması olamazdı.
Onlardan intikam alacak mıydım? Hayır, beni oyuna getirmediği sürece onu hayatımdan çıkaracaktım. Güzel ve uzun bir hayat yaşayacaktım, bir daha ihanet edilmeyecektim.
Kafenin ücretini ödedim ve sakince UA yurduna gitmek için ayrıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİLİSE | Shoto Todoroki - Katsuki Bakugou
Fanfiction"Senden nefret ediyorum!" Ciğerlerindeki tüm gücüyle bağırırken bunun sıradan bir kavga olmadığı açıkça ortadaydı. Nasıl bu hale gelmiştik?