3.BÖLÜM "ÖLÜMLE KURULAN YENİ DÜZEN"

62 16 1
                                    


     Şimdi bu anlatacaklarım tuhaf gelecek belki. Ama gerçekten doğruydu. Ya da boş verin. Daha tuhaflarını duyacaksınız nasıl olsa. Neyse, ilk iki gün gerçekten çok güzel geçmişti. Babam avda iken kendimi hiç yalnız hissetmemiştim. Ama o kara haber geldiğinde, tüm dünyam başıma yıkılmıştı. Hem de her anlamda. Babam, avda bir tavşanın peşine takılmış ve atın kontrolünü kaybedince uçurumdan aşağı yuvarlanarak hayatını kaybetmişti. Evet, artık annesiz ve babasız kalmıştım. Babam için pişirdiğim çilekli pastaya bakıp bakıp ağlıyordum. O kara haberi aldığımız ilk üç gün, evde yas havası vardı. İnsanlar baş sağlığı için geliyor, üzüntümüzü paylaşıyorlardı. Ama üç gün sonra tüm düzen tepetaklak olmuştu.

     Cici annem, ki bu satırdan sonra kendisinden üvey annem diye bahsedeceğim. Bana çok kötü davranıyordu. Kahvaltı sofrasına bile beni davet etmiyor, çalışanlarla mutfakta yememi istiyordu. Odamı ve eşyalarımı elimden almışlardı. Hele o iki kız, adeta dolunayı görmüş kurt adamlara dönüşmüşler, bana hayatı zindan etmeye başlamışlardı. Babamı zamansız kaybettiğime mi, yoksa yeni ailem bildiğim bu insanların zulmüne mi üzüleyim bilemiyordum. Bir yatak vermek bile zorlarına gitmişti bana. Şöminenin önündeki döşeğe kıvrılıp uyuyordum bir kedi gibi. Hatta inanmayacaksınız ama, evin çalışanlarını da işten çıkardılar. Tüm işleri ben yapmaya başladım. Kızlar tüm gün süslenerek evin içinde geziyorlar, ellerine limonataları alarak bahçede keyif yapıyorlarken, ben ise tüm gün koca evi tek başıma temizlemeye uğraşıyordum. Bana dalga geçer gibi bakıyorlar, isim takmaktan dahi çekinmiyorlardı. Külkedisi diyorlardı bana. Cinderella babası ile öldü, şömine başında Külkedisi doğdu deyip kahkahalarla gülüyorlardı ağlanacak halime. Ben ise bu durumu kabullenmek ve üzülmekle yetiniyordum sadece. Başka ne yapabilirdim ki? Gidecek yerim mi vardı? Sığınacağım kimse mi vardı? Hiçliğin ortasında tek başımaydım artık. Tek ve çaresiz...

     Hala, içten içe kabul edemediğim bu yeni düzene alışmaya çalıştığım sıradan bir güne uyanmıştım yeniden. Oflaya puflaya yerimden doğruldum. Şömineden yüzüme süzülen külleri temizlemek için banyoya girdim. Ve temizlik malzemelerini alarak temizliğe başladım. Ah babacığım, ah anneciğim. Bu halimi görseler ne kadar üzülürlerdi. Pek çok kişinin uyandıklarında gözlerinin çapaklarını yıkadıkları bir suda, ben yüzümdeki külleri arıtmaya çalışıyordum. Tüm gün yoğun bir şekilde çalıştım. Neticede, gün akşama kavuştuğunda yerleri silerken bir davul sesi ile kafamı yerden kaldırdım. Tellal, Kralın sarayından bir duyuru yapıyordu. "Herkes işitsin, duyduk duymadık demeyin. Prensimiz evlilik çağına gelmiştir. Ülkede evlenme çağına gelmiş ne kadar kız varsa, zengin fakir, güzel çirkin, şişman zayıf fark etmeksizin yarın akşamki baloya davetlidir. Duyduk duymadık demeyin." Diye duyuruyordu herkese. Zengin fakir farkı olmadığına göre, demek ki ben de davetliydim.

     Heyecanla, elimdeki bezi bıraktım ve doğruca üvey annemin yanına gittim. "Tellalı duydunuz mu? Ülkede bir balo varmış" dedim heyecanla. O ise, "Duyduk ne olacak? Hem bu konu neden seni ilgilendiriyor ki? Aynaya baksana sen. Seni bu halde saraya alacaklarını düşünmüyorsun galiba Külkedisi?" dedi alaycı alaycı konuşarak. Kızları ise bu cümlelerin ardından kahkaha ile annelerine eşlik ediyorlardı. Ben, "Ama, zengin fakir ayırt etmeksizin diyordu duyuruda. Ben de davetli olmalıyım bu durumda" diye şansımı zorluyordum hala. Ama bu sefer de üvey kardeşlerim alay ederek, asla baloya gidemeyeceğimi söylüyorlardı. Sonra üvey annem yerinden kalktı, gece gibi siyah gözlerini gözlerime dikti ve, " Hey, durun kızlar. Hemen ürkütmeyi pisi pisi Külkedisini. Aklıma bir fikir geldi. Eğer yarın için tüm işleri bitirirse baloya gitmeye hak kazanır." Dedi. Kızlar itiraz ederek bağırıyorlar, bu durumun olmayacağını söylüyorlardı. Üvey annem, "Hadi ama, eğer işleri bitirirse, Anastasia'nın geçen hafta Lady Jane'in davetinde giydiği yeşil elbiseyi giyip bizimle gelebilir. Ama bitiremezse, ertesi gün iki katı çalışır" dedi kızlarına göz kırparak.

     Kızlar, annelerinin tarafıma kurduğu tuzağı görmüşler, ama ben hala inatla onun sözlerine güvenerek geceyi güne bağlamış, etrafta bir tanecik bile toz tanesi bırakmamıştım. Kızlar balo için hazırlanırken, ben de uykusuz geçen gecenin ardından uyanık kalabilmek için kendime bir kahve yapıp içmiş ve sonra duşa girerek küllerimden arınmıştım. Eski kıyafetlerden birini giyerek Anastasia'nın odasına, yani benim eski odama doğru yürürken karşımda üvey annem ve Anastasia belirdi. Hemen arkalarından Drizella da çıktı ve kapının önünde durdular. Hepsi çok güzel ve süslü görünüyorlardı. Beni baştan ayağa süzdükten sonra üvey annem, "Eee Külkedisi ne yaptın, bitirdin mi işleri?" Dedi alaycı bakışlarını saklamayarak. Ben, "Tüm işleri tamamladım. Temizlendim de. Artık Anastasia'nın yeşil elbisesini giyerek hazırlanabilirim" dedim. O sırada üvey annem, sert ve acımasız bir kahkaha atarak, "Tüm işleri ha? Peki bu yerdeki çerez kabukları ne o zaman?" diye sordu. Gözleri bozulmuştu herhalde. Yerde çerez kabuğu falan yoktu. "Ne kabuğu? Anlamadım ne demek istiyorsun? Yerde bir şey yok ki" dedim merakla.

     O sırada üvey annem, Anastasia'nın odasına girmiş ve bir tabak çerez kabuğunu başımdan aşağı boşaltmıştı. Sonra, "İşte bu kabukları kastediyorum Külkedisi. Bak saçlarında bile çekirdek kabukları var. Bu halde baloya gelemeyeceğine göre ve zamanımızın da daraldığını göz önüne alırsak, seni burada bırakıyoruz. Hadi bakalım, yerleri ve üstünü başını güzelce temizle sabah görüşürüz" diye kahkaha atarak evden çıktılar. Ben ise ağlayarak dizlerimin üzerine çökmüştüm. Hiç bir şeyden umudum kalmamıştı. Ta ki o ana kadar. 

CinderculaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin