[2]

301 39 73
                                    

Minho akşam yemeği için masa örtüsünü attığında, kapıdan gelen narin ses dikkatini çekmişti: "mmm çok güzel kokuyor. Bu akşam ne yiyoruz?" Gelen Jisung'du.

"Bu akşam erken gelmişsin?" Minho onun gece gelmesini bekliyordu ama erken gelmesine de çok sevinmişti çünkü uzun zaman sonra miniğiyle akşam yemeği yiyeceklerdi.

Jisung başıyla onaylarken masayı hazırlamakta büyüğüne yardım etmeye başladı. Tabakları, çatalları ve kaşıkları yerleştirdi, Minho yemeği böldü.

Karşılıklı oturdular, Minho bir yandan yemeğini yiyor bir yandansa aşık olduğu bedeni izliyordu. Jisung ise dirseklerini masaya dayamış, çenesini ellerine koymuş sadece sevdiğini izliyordu.

"Yemeğine dokunmamışsın" dedi Minho dudaklarını büzerken, "çok güzel pişirmiştim, beğenmedin mi?"
"Çok güzel pişirdiğine eminim sevgilim" dedi Jisung. "Sadece aç değilim o kadar"

Minho üstelemedi. Yemeğini bitirdikten sonra Jisung'u kolundan tutup ikinci kata, çatı katındaki odasına götürdü. Ona göstermek istediği bir şey vardı.

Minho'nun peşinden giden Jisung, önündeki beden durduğunda durmuştu. Minho yerdeki kutunun başına eğilmişti, Jisung'a da eğilmesini söylercesine bir el işareti yaptıktan sonra küçüğü de kutuya bakarak eğildi.

"Miyav"

Kutunun içinde 3 küçük kedi yavrusu vardı, Minho'yu gördüklerinde incecik sesleriyle miyavlamaya başlamışlardı.

"Ne kadar şirinler" dedi Jisung, elini atıp sevmek istedi onları ama elini geri çekti. Minho onları okşamaya başlamıştı. "Yangından kurtardım" dedi cılız bir sesle. "Geçen gün, kimsesiz birinin evinde çıkan yangında itfaiyeciler yaşlı adamı kurtarmış ama bu yavruların sesini duymamıştı. Adam kendine gelince kedilerini sormuş diyorlar, ama itfaiyeciler bir şey bulamadıklarını söylemiş. Bulamazlar tabii, anneleri onları son nefesini vermeden önce bahçeye çıkarmış. Yangın bahçedeki ağaca ulaştığında acı miyavlamalarını duydum." Minho devam etmedi, bu kadarı yeterliydi.

"Anlıyorum" dedi Jisung. "Onlara iyi bak"
Başını onaylar biçimde salladı Minho, Jisung olmadığında kendini yalnız hissettirmiyordu bu üç küçük can. Onları canı pahasına koruyacaktı. Bir ay önce koruyamadığı sevgilisi gibi olmayacaktı.

"Bu gece de benimle uyur musun?" dedi Minho. Gülümsedi Jisung, "uyurum".

Minho ayağa kalkmış, elini tuttuğu sevgilisini nazikçe yatağa götürmüştü. Bu sefer Jisung Minho'nun göğsüne yaslamıştı başını. Bir süre sessizce Minho'nun kalp atışını dinledi Jisung. Üzerine yattığı bu beden sıcacıktı.

"Benimle yaşamak ister misin?" diye sordu Minho, daha önce birkaç kere zaten sormuş olduğu bu soruyu duymaya alışıktı Jisung. "Yapamam" dedi, Minho'nun alışık olduğu cevap.
"Neden?"
"Annemin yanına gitmeliyim."
"Annen de bizle kalsa?"
"Annem yaşamaya alıştığı yeri değiştirmeyi sevmez, biliyorsun"

3 gecede 1 tekrarladıkları bu diyalog bu gece de dillerindeydi. Minho bu sefer daha önce sormadığı bir soruyla gelmişti, "Ben sizin yanınıza gelsem?"

"Gelemezsin"
"Nedenmiş o?"
"..."

Jisung buna cevap vermek istemiyordu. Minho'nun hangi şekilde daha iyi olacağını bilmiyordu. Sadece bir süre daha onunla böyle devam etmek istemişti.

Jisung'un gözünden bir damla yaş süzüldü.
Minho sorusunu tekrarladı.

"Neden sizin yanınıza gelemiyormuşum?"
Jisung, buna daha fazla yalnız katlanamazdı.

"İnsanlar cennete gelemez de ondan"
Jisung'un dudakları titrerken bu sözler ağzından çıktığında, Jisung ortadan kayboldu.

Minho, unutmak istediği gerçekliğe geri dönmüştü... "Ne?.."

Az önce saçlarını okşadığı beden, artık üzerinde değildi. Minho'nun göğsünü bir soğukluk kapladı. Jisung zaten hiçbir zaman orada olmamıştı ki...

"Meleğim..."
Jisung, melek olmuştu.
Melekler yemek yiyemezdi ki..
Melekler geceleri uyumaz, kedilere dokunamazdı. Melekler, dans edemezdi.

Melekler, insanların dünyasına geçemezdi...
Minho'nun yüzüne buzlu bir su gibi çarpan bu gerçek, kalbini acıtmıştı. Kalbi sızlıyordu, elini göğsünün içine sokup kalbini çıkartmak istettiren bir sızıydı bu. Minho'ysa göğsünü deşecekmişçesine vuruyordu yumruk yaptığı eliyle, kalbinin üstüne.

Gözlerinden akan gözyaşlarınaysa engel olamamıştı, bağırmak istiyordu Minho. Bağırmak, çağırmak, sövmek istiyordu. Onlara böyle bir alınyazısı veren her kimse, ona bağırmak belki de yalvarmak, yakarmak istiyordu. O sadece, sevgilisini geri istiyordu.

Sesini duyacak kimsenin olmadığını biliyordu, onun için bir tanrı yoktu çünkü o günden sonra. Kafasını yastığına bastırıp ağlarken sessiz inlemeleri odayı dolduruyordu. İç çeke çeke, günlerdir hiç ağlamadığı kadar ağladı o gece. Göz pınarları şişmiş, gözünün etrafı bile kıpkırmızı olmuştu.

Gece saat kaçtı kim bilir, Minho ayağa kalktı. Çekmecesini kurcaladı, bir kibrit kutusu buldu. Yaşlı gözlerinden doğru dürüst göremediği kutudan bir kibrit çıkardı. Çaktı kibriti, yakamadı. İki, üçüncü denemede yaktı. Elinde ışıl ışıl yanan ateşe bakarken hissettiği sıcaklık çok güzeldi. Uzun zamandır hissetmediği bir sıcaklıktı, bir ruhun sıcaklığı kadar güzeldi, miniğinin sıcaklığı gibiydi.

Gözünden son bir damla süzülürken dudaklarındansa tek bir kelime döküldü, "geliyorum..." ve kibriti yere bıraktı.

Minho, sevdiğinin yanına gitmek istiyordu. Ruhunun bedeninden ayrılıp göklere ulaşmasını, yıldızların ona yol göstermelerini istiyordu. Sevdiğine giden yolu göstermelerini.

Daha fazla dayanamayan bedeni, yere yığıldı.

Dancing with Your Ghost || minsung'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin