Bir

66 5 0
                                    

  Ben Ax, mavi gözüne kan kaçmış o anormal çocuk benim evet. Doğduğum zaman tarih 3 Ocağı, yelkovansa akrebi 11'e kovalıyormuş. İlk ışığı gördüğümü anı hatırlıyorum belki yaşım küçük diyedir, bilemiyorum. Ağlayamamıştım ama yerimi garipsemiş olsam da. Doktor biraz tokatlamıştı beni. Sanırım Bruno idi ismi, yaşlı gözüküyordu belki de yıllar yormuştur bunu da bilemiyorum; kafasında bone, elinde eldivenler vardı kıpkırmızı olmuş. Yaşam sebebimi gösteren bu adamdı da benim garibime giden başka bir şey daha vardı da o kadar dikkatli inceleyemeden etrafı balık gibi tutulmuş pozisyonumdan kucağa geçirildim. Onda bone olmasa balıkçı derdim. Balıkçı Bruno! Beni görenlerin zaten balıktan bir farkım olmayacağını anlaması için fazla bir çabaya ihtiyaçları yoktu. Baş aşağı duran ve çırpınan biriydim.

  Şüphelerimde haklıydım, burada çok garip şeyler oluyordu. Bunların ilk andan beri mi yoksa zamanla mı olduğunu bilmiyordum. Asıl kötüsü bunu kendileri de yapmış olabilirlerdi. İç sesimi asla susturamıyordum. Korkuyla birlikte bir de heyecan vardı içimde. Sanırım kendimden nefret etmeme sebep olacak duyguyu şimdiden bulmuştum. Garip bir ses işittim ve bir his ona destek. Karnım aç olsa gerek, canım bir şeyler çekiyordu. Her yerden ağlama sesleri geliyordu. Normal bir bebek olma vakti sanırım tam da burada gelmişti. Hepsi ya korkuyor ya da acıkmıştı. Şahsen ben gözümü açalı daha ne kadar oldu bilmiyorum. Değişik sembollerden çıkarttığım kadarıyla iki boşluğu şimdiden doldurmuştu uzun oğlan. Büyüleyici şekilde dönüp duruyordu bir çember etrafında.

Bip-bip-bip...

Aramıza hoşgeldin Ax!..

  Az önce nolduğunu etrafıma sormak istiyorum çünkü fazlasıyla ürkmüş durumdayım. Beyaz bir ışık ve bir tane basamak... Sadece bunları gördüm ve cam fanusuma geri geldim. Bundan ne anlamam lazım bilmiyorum. Sanırım ağlayacağım, fanusumu açar da hâlimi sorarlar belki. Bunun bir hayal olduğunu biliyordum çünkü kendi içimde konuşmaktan başka bir işe şuanlık yaramıyorum. Umarım bu sonsuza dek sürmez. Buradakiler gibi fanus fanus gezmekten ise ölürüm daha iyi. Hangi fanusa gitse içindeki ben uyuyordu. Sorun onda mı bizde mi bilmek istediğimi sanmıyorum. Burada çok kalabalık değiliz, başka yerlerde varsa bilmiyorum, nasıl bilebilirim zaten? Bu durum çok can sıkıcı olmaya başladı çünkü tek yaptığım kendi kendime konuşup ve gene kendi kendime sorular sormak. Ne bir cevap var ne de bir şey. Sadece korkutucu ve eksik kafalar. Bir şeyler eksik ama kendimi görmeden bunu öğrenmem sanırım mümkün değil. Sonuçta zamanı gelince odaya girip insanlara bağıran, insanlıktan uzak türlerden birine kırk dakika katlanmak zorunda değilim. Cidden bunlara katlanıp bir şeyler başaran var mı çok merak ediyorum. Merak da edeceğim çünkü uyutucunun son durağı ben gibi duruyorum.

  Ah... Yine mi aynı yerdeyim. Burayı şimdiden sevmedim, her gözümü kapadığım zaman buraya mı gelmem gerek? Seçme şansım yok mu? Bunlardan daha önemlisi, kimse var mı? Cevap bekleyecek kadar huzurlu bir mekânda bulunmuyorum şuan. İki seçeneğim var: Etrafımı saran belirsiz beyaz sislere yürüyeceğim ya da önümdeki tek basamağa çıkacağım. İki seçenek de birbirinden mantıksız da sanırım ilki biraz daha sıcak bakıyor bana. Ne olabilir ki bir tane basamak ne de olsa. Hayır dur, tamam geri dönüp beyaz sislere koşacağım ama lütfen GİTMEME İZİN VER! Beni burada tutamazsın, ben izin vermiyorum da sanırım bunu kimse umursamıyor. Artık ürkmekten öteye geçtim. Fazlasıyla korkuyorum bu da altıma kaçırmama sebep. Burada her ne varsa cidden onu görmek istemiyorum çünkü basamaklar giderek çürüyor ve ben basamaklarda mahsurum. Bunu kim ve neden yapıyor? Burası neresi? Aklımdaki sorular silsilesini bir türlü susturamıyorum. Buradan nasıl çıkmam gerektiğini biliyor gibiyim ama bunu yapacak gücü bulamıyorum zayıf bedenimde. Nasıl ayakta durduğumu bile bilmiyorum daha dünyaya misafir olalı 4 saat oldu. Saat. Bu da ne? Bu şekilde mi bir şeyler öğreneceğim? Bana uyar, kırk dakika tek bir surata bakarak kağıda bir şeyler karalamak istemiyorum ama bu gittikçe korkunç bir hâl alıyor. Küçücük beynime yeni şeyler girip duruyor ve bunların bir çoğunu önceden de biliyormuş gibiyim. Ben kimim ya da kimdim? Sorulardan kaçtıkça yenisi geliyordu. Çiviyle çiviyi sökmeye çalışmalımıydım? Dediğim bazı şeylerin anlamını hâlen oturtamamışken o dediğim şeyi nasıl yapacaktım. Bu basamakta ne bir çivi var ne de benim elimde paslı bir çekiç. Aslında levye de olurdu kendimi korumama da yardımcı olurdu. Sorular! Galiba yapmam gereken şey sorular sormak yoksa burada kafayı yiyeceğim. Bu basamakta ne kadardır sabit duruyorum bilmiyorum ama aklım kafatasıma sığmayacak gibi. Burayı sevmiyorum. Buradan nasıl çıkacağım?

Bip-bip-biip...

Seveceksin Ax...

UNUT (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin