Sekiz

8 0 0
                                    

(8 Ocak 2889)

  Berbat geçen bir uyku deneyiminden sonra gözlerimi açmanın verdiği huzur/huzursuzluk senfosinin eşliğinde camdaki dalın ahengi seyrediyordum gözümdeki bebeklerim ile birlikte. İçimde bürük bir hüzün vardı, istemediğim bir şeyi yapacakmış gibiydim ama henüz bunun ne olduğunu bilmiyorum. Açık konuşmak gerekirse öğrenmek de istemiyordum. Dışarısının soğukluğu odamın camına vuran söğüt ağacının dalından belli oluyordu. Perde yarı kapalı da olsa içeriye güneş girmiyordu. Hava yağacak gibiydi, en sevmediğim doğa olay idi yağmur. Kar yağsa, her taraf bembeyaz olsa ne de güzel olurdu. Önceden çok severmişim, ''Bay Sis'' sağolsun bu ürkütücü bilgiyi de zihnimin bir köşesine kazıdım. Kazımak kelimesini tam kapsamında kullanıyorum çünkü bu bilgileri asla ama asla unutamıyorum. Babamın daha önceden bir çocuk öldürdüğünü, annemin ise başka ülkeden getirildiğini ve burada tutulduğunu... Umuyorum sadece benim ailem böyledir diye kendimi avutmaktan başka bir çare göremiyorum. Şu an gördüğüm tek şey saatten fırlayan el yontması kuş bozuntusu. Bu ''yemek'' saatini haber etmek için orada duruyor. Bense artık o bulamaça alıştım, midem de öyle. Ginnayı her gün ziyaret edememek beni fazlasıyla üzse de iğne yememek ve mide yıkandıktan sonraki o boşluk hissini asla özlemeyeceğim.

  Yataktan doğrulup, elimle köşelerden başlamak üzere düzeltmeye başladım. Bunu normalde annem tamamen tozlardan arındırarak yapıyor ama ben ona yardımcı olmak istiyorum. Onun tek yaptığı şey bu, temizlik. Ona asla yardım etmeme izin vermiyor, anlamıyorum neden. Bu olay çok moralimi bozduğu için ondan gizli yapıyorum kimi zaman. Babam gidip telefonda insanlara yardımcı oluyor, ben kimi zaman yalnız başıma top oynuyorum kimi zaman da resim çiziyorum. Üç defter bitirdim. Dördüncü için babamı bekliyorum. Onları ofisten aldığını düşünüyorum başka nerede bulabilirki? Ah hoşgeldin! Bu benim kuşum, ona Ginna ismini verdim. O bir erkek ama bunun bir sorun teşkil edeceğini sanmıyorum. Kim erkek bir kuşa Ginna ismini verdiğimi bilebilecek bu ülkede. Burada bekle beni Ginna. Aşağıya inip sana kendi yemeğimden getirececeğim.

  Bugün için içimde doluşan kurtlar tamamen haklıymış. Salonda oturan babamın bana bir kıyafet tuttuğunu görüyorum. Kendisi epey mutlu ama ben olamıyorum. Kırk dakikalık o samimiyetsiz yüzü hayatım boyunca görmeyeceğim sanmıştım. Yanılmışım. Beyaz yakası zarif katlanmış kırmızı süveter altına siyah bir pantalondu bu. Moda anlayışları da yoktu. Bunu asla giymezdim ama dur  babam iki yerde. Sağıma dönmem ile birlikte şoka girmem beraberinde geldi. Babam her zamanki sandalyesinde somurtarak oturuyordu. Masada da öğrenci olacağımı anlatan bir kimlik vâri bir şey duruyordu. Muhtemelen kırılmayacak kadar sağlam ama esnek de bir şeydi. Fakat şuan düşüncelerimi buna yoramazdım. Babamın güldüğünü neredeyse hiç görmediysem, o içerideki de yine o muydu? Korkuyla birlikte gelişen refleks duyguma güvenerek geriye doğru kaçtım. Artık kapının eşiğinde durmuyordum. Sırtım duvarla bir olmuştu. Salon ise bomboştu. Açık camdan gelen rüzgarın oynattığı şekilsiz bitkini yaprakları hariç hiç bir hareket ya da yaşam belirtisi yoktu. Bu işten giderek nefret etmeye başlamıştım. İlk okul günüme aç gitmek içten bile olmasa gerek, hoşgeldin aynı berbat kolonya kokusu.

  Lacivert rengi solmaya yüz tutmuş arabanın kapısına ulaşmaya çalışırken hâlâ başım dönüyordu. Deriden yırtma koltuklara tutunarak tırmandım ve kafamı cama yasladım. Yağan yağmurun damlalarını izliyordum. Bana dokunmaya çalışıyorlardı ama cam engel oluyordu. Tıpkı Bay Sis gibi... Ona engel olanın ne olduğunu bilmiyorum. Umarım daha da engel olmaya devam eder.  Benim edemeyeceğim kesin gibi duruyor. Karnım cidden aç ama eğer yemek yemeye kalkışsaydım ilk günden geç kalırdım. Sanırım bunu kimse istemez. Bu korkutucu okulda kim bilir neler bekliyordu beni. İlk sorumun cevabını sanırım burada almıştım. İlk kez bir cevap almanın verdiği mutluluk biraz da olsa korkuyu bastırsa da yetersiz kalıyordu. Yol uzun sürmemişti, bu da iyi bir haberdi. Eğer gerekirse koşarak da eve kaçabilirdim. Onlar izin verseydi. Kapıda yunan sütunları gibi dikilmiş iki insan bozmasınının herhangi bir yaşam belirtisi vermesini bekledim. Nafile... Okulu ve öğrencileri neden bu kadar koruduklarını ya da önemsediklerini bilmiyorum ama pek de umursamıyorum gibi. Ne de olsa akşama kadar burada duramam. Öğretecekleri tek şey konuşmayı çabalamaktı. Öğrenmeyi öğrenmeden, kendi kendiyle yüzleşemeden belki de acı çekerken hayata atılacaklardı. Bunların içinde kendisi de vardı. Babam kapıyı açtı ve muhtemel olarak kısa saçlarımdan dolayı gözüken kafa derimle bir kez daha tanıştı. Etrafta çok araba yoktu. Altı ya da sekiz araba vardı ama birinden iki çocuk iniyordu. Ben tek başıma bunları düşünüyorsam acaba onlar neler düşünüyordu. Tekrardan düşüncelerle savaşırken ikinci cevabımı almıştım. Çocukların kulakları yoktu. Babalarının kulakları yoktu. Dikkatli bakacak olursam o yunan sütunlarının da kulakları yoktu. Hoşgeldin mide bulantısı. Ardından kusma, sanki midemde çok bir şey varmış gibi.

UNUT (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin