4 ༄ ateşi sevdi

628 69 105
                                    

-her şey başladıktan sonraki diğer günler
Hiç uyarmadan, kasırga nasıl sökerse meşeleri kökünden, öyle sarsıyor yüreğimi aşk. (Sappho)

Evimize taşınmalarının ikinci gününde görmüştüm onu. Tam karşımdaki odasında, aralık bırakılmış kapının yarattığı o dik üçgenin içinden, beyaz perdelerin önünde dans eden gövdesini görmüştüm. Hiç bilmediğim, hiç duymadığım bir şarkıyı dinliyordu yüksek sesle. Ayağında beyaz çorapları, üzerinde gök mavisi gömlek, bacaklarında kısa şortu. Saçları dağılıyor başının üzerinde. Kuzguni kara, yumuşak saçları. O zamanlar onlara dokunmanın, kokusunu duymanın, tellerine dolanmanın ne demek olduğunu bilmiyordum. Sadece orada, kapının eşiğinde durup öylece bakakalmıştım. Annem onu yemeğe çağırmamı istemişti, bu yüzden gitmiştim odasına. Fakat sonra, o çocuksu ama kendiliğinden kıvraklaşan dansına bakarken ne söyleyeceğimi unutup sessizce aşağıya geri dönmüştüm. Jaemin tam olarak ne zaman sızmaya başlamıştı kalbimin çatlaklarından? O gün mü? Yoksa penceremden baktığımda havuzda yüzen beyaz, parlak bedenini yaz güneşinin altında bütün çıplaklığıyla ve güzel rengiyle gördüğüm ilk gün mü? Bir sabah kahvaltı yaparken turuncu pijama üstünden sarkan minik ipliği ilk fark ettiğim gün mü? Yalın ayak merdivenleri çıkarken takılıp üçüncü basamaktaki çiçek vazosunu devirdiğinde ve annem görüp üzülmesin diye parçalarını hızlı hızlı toparlamaya çalıştığı zaman mı? Donghae'nin sahile doğru sürdüğü kırmızı Chevrolet'nin arka koltuğunda otururken saçlarının rüzgârla deli gibi savruluşuna ilk şahit olduğum zaman mı? Ne zaman? Hangi tarihte, hangi günde, hangi dakikada? Başlangıcını bilmediğim şeyi nasıl kabullendim de avurtlarım böyle onun yokluğuna düştü? Kalbim nasıl dört gündür paramparça bir hâlde onun derdine düştü?

Ateşe elimi bir kere uzattığım içindi her şey. Oysa kendimi akıllı sanıyordum. Ben bir pervane böceği olmam diyordum. Gövdemi, ruhumu yakıp tutuşturacak fırtınaya niçin yürüyeyim? Fakat Jaemin'i sevmek öyle bir şey değilmiş. Çünkü daha çok yanmak istiyordum artık. Göğsümün bütün damarlarına süzülmüştü, aklımın kuytu köşelerine kadar her yerini kaplamıştı, tenime kanatlarını çarpıp gitmişti. Kanatlarını vurup. Kanatlarını yüreğime sermişti fakat kasırgaya sebep olarak. Na Jaemin kasırgaydı. Alev deniziydi. Onu sevmeden önce ne yaptığımı unutmuştum. Eve dahi hangi yoldan geldiğimi hatırlamıyordum. Geceleri ne düşünürdüm? Ophelia tablosu bana neyi anımsatırdı? İpte asılı çamaşırlarda gözlerim hep kırmızı mayoları, beyaz çorapları, ince gömlekleri aramadan önce nereye bakardım?

Dört gündür neredeyse görmüyorduk birbirimizi. Ben odamdan çok nadir çıkıyordum. Tıpkı söylediği gibi, dışarıya doğru düzgün adımımı atmıyordum. O evdeydi hâlbuki. Kaçıp gitmemişti bu kez, Minhyung'un yanında değildi. Fakat benim yanımda da değildi. Odasındaydı. Bir kez bahçede görmüştüm, seranın yan tarafındaki salıncakta. Nabokov okumuyordu, sadece öyle oturup usul usul ileri geri sallanıyor, çıplak ayaklarını yerdeki çimlere sürterken boş gözlerle ötedeki havuza bakıyordu. Bir kez oturma odasında, şöminenin tam karşısındaki koltukta otururken rastlaşmıştık. Karşılıklı koltuklarda oturan annemle Donghae'yi dinliyormuş gibi görünüyordu ancak dalgın gözleri duvardaki Venüs'ün Doğuşu tablosunda sabitti. Sonra beni görmüştü, gözlerimiz kesişti. Üç saniyede kaçırdı bakışlarını. Kafasını hızlıca solundaki anneme çevirip yüzünü benden gizlemişti. İçime diken gibi batan acısıyla ayakta kalakalmıştım. İki kere de akşam yemeği sofrasında gördük birbirimiz. Fakat gözlerimiz birbirine bir kez dahi değmedi.

Acıtıyordu. Tasavvur edemeyeceğim, tahmin edemeyeceğim kadar şiddetli ve derin acıtıyordu. Aşkın acıyı beraberinde getirdiğini, hatta ondan ibaret olduğunu, bizlere başka olanak sunmadığını can yakıcı bir biçimde kavrayıp kabullenmeye başladım. Zaten Na Jaemin gibi birini sevmenin beni hasarsız bırakacağını zannetmem aptallık olurdu. Fakat bunları kabul etmenin yanı sıra hâlâ (hâlâ diyorum ancak aslında yeni büyümeye başlayan bir umuttu) Jaemin'in o gün söylediği şeylerin gerçekliğinden şüphe duymaya, bunun sadece benim hissettiğim yoğun bir duygudan ibaret olmadığına, onun da belki benim kadar beni sevdiğine inanıyordum. İnanmak istiyordum, evet, orası ayrı meseleydi fakat bunu hissettiğimi, kalben sezdiğimi düşünüyordum.

küçük ateş güzeli, nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin