Bolu'da

29 6 0
                                    

Sabahın içinde sakladığı soğuk güneş doğmadan hemen önce dünyayı kuşatıyordu. Üşüyen uzuvlarımı yorganın altına çektim kafamı yastıkta gömdüm ve açılmak istemeyen gözlerimi uyanmanın zorlamasıyla yarı ışık huzmesine doğru açtım. Yavaşça saate baktım saat 6. Gün? Kasım 13. Pencereme doğru döndüm cansız ellerimi perdeye götürüp bir kenarından tuttum ve gözlerimi bulutlu günün ışıklarına maruz bıraktım.

Gece yağmur yağmış yeni, kara bulutlar gökyüzünde uçuyordu. Perdeyi tekrar bıraktım. Odama baktım. Geçen gün kütüphaneye gittiğim kıyafet kombinesi sandalyemde öylece duruyor, toplanmayı bekliyordu. Yorganı üstümden büyük bir zorlukla çektim ve sıcak uzuvlarımı soğuk odaya bıraktım. Bolu'dayım. Londra'da değil.
Aralık olan kapım aralandı kapı koluna baktığımda kimseyi göremesemde aşağıda bana doğru yürüyen kedimi gördüm Şaziye. İnsanlar ismiyle dalga geçiyordu fakat o ismin ne kadar özel olduğunu bilmedikleri için pekte umursamıyordum, siyah-beyaz tüyleri uzun ve zayıf vücuduna zariflik veriyordu. Bana doğru yürüdü baş ucuma çıktı ve beni izlemeye başladı. Gülümsememle bana sırnaşmaya başladı kafasını okşadım. Yorganımın altına girdi, küçük bir gezinti sonucunda yüzünü dışarı çıkardı. Gözleri sevgiyle parlıyordu.

Bir kaç dakika boyunca tüm gerçeklikten sıyrılıp küçük dostuma ilgi gösterdim. Kendisi benden ayrılmak istemesede, benim gitmem gereken bir okul, lise vardı. Yatağımda doğruldum ve ayağa kalktım banyoya doğru ilerledim ve soğuk olan havayı sıcak suyla yenmeye çalıştım. Kıyafetlerimi giyindim. Siyah kumaş pantolonumun üstünde ki beyaz gömlek üzerinde ki süveter ile estetik bir zevk taşıyordu. Saçlarımı taradım. Devamlı yaptığım doğal ve estetik makyajımı tamamlayıp odamı topladım. Kimse yok. Evde bir ses yok. Ailem İstanbul'da. Eğitim sisteminin kölesi olan bizler okula gitmeliyiz. Mutfağa yanımda ki dostumla ilerledim devamlı bacaklarıma sürtünüyor sandviç yapmama izin vermiyordu. Sandviçimi paketleyip çantamı hazırladım. Klasik kitaplar, defter, birkaç kalem, su, mentollü şekerler, not defteri, ayna, kafa kulaklığımın yanı sıra çantamda bulunan kablolu kulaklık, toka, gözlük kabım.

Bir kupa kahve yaptım, salona geçtim kenarda bulunan genelde kimsenin kullanmadığı kısmen benim olan koltuğa geçtim ve aydınlanan havaya baktım, yağmur annemin 1 ay önce sildiği camları ıslatmıştı, sokaklar gri, asfaltlar ıslaktı sokaktan 2 kız ellerinde telefonları ile kıkırdayarak kolkola okula doğru gidiyordu, karşımda duran cadde adeta buz gibiydi, işe giden insanlar kabanlarına sokulmuş ellerinde iş çantaları iş yerlerine gidiyordu. Saat 07:30 anneler ellerini tutan çocukları ile marketlere giriyor ve mutlu, ellerinde çikolatası olan çocuklar ile çıkıyorlar, okula gidiyorlardı.

Şaziye yanıma yaklaştı koltuğa çıktı ve kucağıma yattı fısıldadım; "gitmem gerekiyor, haydi gel mamanı vereyim"
Anlar ifade ile kucağımdan kalktı mama kabına yürüdü pakedi açıp kabını biraz mama ile doldurdum.

Kol saatimi taktım, atkımı boynuma doladım, telefonumu şarjdan çıkardım, çorabımın üstüne bir çorap daha giydim, botlarımı depodan çıkarıp kapıyı açtım. Anahtarı kapıdan çekip botlarımı ayağıma geçirip mama yiyen Şaziye'ye seslendim "kendine iyi bak" kafasını bana uzatıp gözlerini kırptı.

Evi kilitleyip merdivenlerden inmeye başladım. Kafamda ki kulaklığımı hatırlayıp bir şarkı açtım. "Mild High Club-Homage" apartmandan çıkıp insan kalabalığı arasından 3 yıldır gittiğim liseme ilerledim. Kitapçıya girdim İngilizce öğretmenimin istediği edebiyat kitabını aldım. Çantama koymadan önce yolda biraz inceledim. Güzel. Yüksek çam ağaçlarının yapraklarından damlayan yağmur damlaları kitaba damlamasın diye çok uğraş versemde bir damla bana aldırış etmeden ciltli kapağı ıslattı. Kitabı çantama koydum. Adımlarımı hızlandırıp lisenin bahçesine girdim.

2 saat sonra Edebiyat dersine girmek üzere Edebiyat sınıfına girdim. Edebiyatı severdim, İngilizce'yi de, Tarih'ide, Matematiği oldum olalı sevemezdim mantığını kavrayamazdım sözelci olmama rağmen mesleki hedeflerim gereği eşit ağırlık seçtim. Zordu evet ama çok mu zor? Hayır.

Sınıfımda bana boş gelen kişilikler çoktu, kimseyi kendime yakın görüp arkadaş olabilecek seviyede görmüyordum, sessizdim ama başarılıydım.

Lisenin son senesi.

Harıl harıl çalışıyordum. Günde okumam gereken 50 sayfa kitabın yanı sıra ezberlemem gereken formüller, replikler, kişilikler vardı. Ödevler, tonlarca ödev, çözmem gereken testler, araştırmalar günümün hepsini sömürüyordu, hatta çalışmaktan zayıf düşüyordum. Ben kendine değer veren bir insandım ama geleceğimi belirleyecek bu senede Londra'da üniversite okuma motivasyonumla bir türlü ayakta duruyordum.

Öğle arası geldi, okulda yemekhane olmasına rağmen çoğu öğrenci dışarıda yiyordu. Bende devamlı gittiğim kafeye giderdim.

Çantamı alıp okuldan çıktım 1 saatim var. 30 dakika da yemek yiyip 30 dakika da eve dönüp Şaziye'yi kontrol ederdim tekrar öyle yapacaktım.

Saat 4 okuldan az önce çıktım ve eve yürüyordum hava hala bulutlu. Yağmur damlaları hala çalışan araba tekerleklerinin altından fırlayıp kaldırımları, zaman zaman insanların ayakkabılarını ıslatıyordu.

Apartmanın kapısını açtım ve asansörü kullanmak istedim. Asansör aynasına baktım. Göz altlarım çökmüş, saçlarım ıslanmış. Gözlüklerim buğulanmış. Bacaklarım ağrıyor. Zayıf vücudum maraton sevmezdi.

Eve girip botlarımı depoya geri koydum. Şaziye'nin 5 dakikalık selamlaşmasının ardından duş aldım. Rahat bir pijama ve sweat giyip ödevlerimin başına geçtim. Odamı sevmesem bu masaya oturmam imkansız misaliydi. Odamın gri ağırlıklı olması hoşuma gidiyordu yer yer renk değişiklikleri odanın atmosferine freşlik katıyordu.

Yaklaşık 4 saat sonra masa başından kalktım. Saat 8. Kendime ayırabilecek vaktim kısıtlı. Yemek yemem lazım. Mutfağa gittim o sırada telefonuma bildirim geldi. Annem. "Yemek yedin mi" "yiyeceğim" "ne yiyeceksin" "ne varsa" "bana fotoğraf at hazırlayınca kızım" "tamamdır" annem İstanbul'da olmaktan hoşnut değildi aklı hep bendeydi. Rahatsız mıyım? Hayır.

Saat 10. Kişisel bakımımı yaptım. Şaziye'ye vakit ayırdım. Kitap okudum. Uyuyacağım.

Yatağıma doğru özlemle ilerledim. Yorganı kaldırıp kendimi beyazlığa gömdüm. Huzurluyum. Tam burda yalnız ve rahat olmak bana huzur veriyor. Saçlarımı ensemden kurtarıp yastığa dağıttım. Şaziye'ninde yanıma çıkıp uyumasıyla artık uykuya beynimi serbest bıraktım.

Dear LaVi.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin