Uzun saçlarını ensesinde toplamıştı. Biraz dalgalı, neredeyse beline kadar uzanan kahverengi saçlar. Çok uzun boylu sayılmazdı, yapılı da değildi aslında. Sadece geniş, güven veren omuzları vardı. Siyah bir t-shirt giymişti.
Yakınında değildim ama parfümünün kokusunu hissedebiliyordum. Erkeksi olmalıydı.
Hiç tereddüt etmeden ona doğru yürümeye başladım. Dalgalı saçlarımı bir kulağımın arkasına sıkıştırıp adımlarımı hızlandırdım.
Gece, her zamanki gibi ıssızdı. Birkaç tane sarı sokak lambası vardı sadece, hala uyanık. Diğerleri insanlar için işe yaramayı bırakmış, belki de ölmüşlerdi.
Onun hala uzağındaydım, aramızda bir cadde vardı. Şöyle bir baktım yola, bomboştu. Gözlerim soğuk gri asfalta kitlendi bir süre.
Birileri buradan çok pahalı bir arabayla geçmişti. Birilerinin ilk arabasıydı bu yolda kullandığı, ilk bu yolda kaza yapmıştı. Birileri bu yolda hastaneye gitmeye çalışırken karısı doğum yapmıştı. Veya ölmüştü. Birileri bu yolun sonundaki karanlıkta arabanın içinde sevişiyordu. Çıplak ve soğuk. Avuçlarının her zerresiyle dokundukları, hissettikleri yabancı vücutlar vardı. Gözlerini kapatıp hayale dalarlardı sevişirken. Kim oldukları o an önem kazanırdı işte. Yabancı dokunuşlar bir anda dönüşüverirdi tanıdık bir yüze.
Asfaltın yorgun çatlaklarından gözlerimi ayırıp karşı kaldırıma baktım. Az önceki telaşım kalmamıştı. Bu kez adımlarım hızlı değildi, aksine oldukça yavaş yürüyordum. Her anı sindire sindire... Sanki yavaş yürürsem zaman, avuçlarımdan kayıp gitmeyecekmiş gibi.
Derin nefesler alıyordum. Denizin tatlı, mavi kokusunu hissediyordum şehrin kokusuyla karışık. Biraz kirlenmiş, biraz sahte ve biraz da sonsuz gibiydi.
Boş yolda, hiç ses çıkarmadan, yavaş yavaş yürüyordum. Bu şehrin şeytanlarını ve meleklerini uyandırmak istemiyormuş gibi... Sanki adımlarım çok ağırmış ve ben bu şehri incitmek istemiyormuşum gibi.
Dizlerimin altına kadar uzanan bol eteğimi tuttum baş parmağım ve işaret parmağımla, kibarca. Ayak parmaklarımda yürümeye devam ettim, karşı kaldırıma doğru.
Denize doğru yaklaşıyordum, kıyıyı nefretle dövüyor gibiydi dalgalar. Birileri ona bu emri vermişti, topraktan hıncını alıp kendine yer açmalıydı. Yeryüzünden çok daha asildi çünkü. Var olmayı daha çok hak ediyordu.
'İşte karşı kaldırımdayım sonunda,' diye geçirdim içimden.
O ise hala arkası dönük, denizi seyrediyor, sanki hiç nefes almadan.
Sessizce bir iki adım daha attım ona doğru. Elimle ağzımı kapattım kıkırdamamı bastırmak için. Beni şu an fark etsin istemiyordum. O denizi izlerken ben de onu izleyecektim bir süre.
Ellerini saçlarının arasından geçirip birkaç adım daha attı sahile doğru. Yüzünü gökyüzüne doru çevirip kocaman bir nefes aldı. Yavaşça verdi soluğunu sonra. Hemen ardından ben de aynısını yaptım.
O denizi çekti içine, ben onun ciğerlerinden çıkan havayı.
Bırakmak istemedim önce, çünkü hayatımda aldığım en tatlı nefesti bu. Kalbime daha iyi gelmişti onun nefesi. Gözlerimi kapatıp istemeden de olsa verdim içimde tuttuğum nefesi.
Biraz daha incelemeye başladım onu, ellerim istemsizce saçlarıma gitti. Bir tutamı kavrayıp gözlerimin önüne getirdim, sonra memnuniyetsizce geriye attım saçımı.
Onun saçları çok daha güzeldi benimkilerden. Rengi çok daha güzeldi.
Gözlerimi kapatıp saçlarına dokunduğumu hayal ettim sadece bir an için, vücudumu saran müthiş bir titremeyle irkildim ve yeniden açtım gözlerimi.
Ardından iki elimi açıp avuçlarıma baktım. Onu hissetmeyi çok istiyorlardı.
Nasıl koktuğunu hayal ettim bir süre. Taze, temiz ve yeşil. Yeşilin kokusunu biliyordum, doğallık gibiydi.
Gözlerini ayırmadı denizden.
Gözlerimi ayırmadım ondan.Bir adım daha atıp yaklaştım ona. Bir adım daha atabilirdim belki, ama beni fark etmesinden çekiniyordum. Onu rahatsız etmek istemiyordum. Gözlerimi biraz daha aşağılara, bedeninin iki yanında serbestçe duran kollarına kaydırdım.
Mükemmel erkek denen o saçma tanıma inanmıyordum. Mükemmel de değildi zaten kolları, elleri. Pürüzsüz, bembeyaz da değildi.
Zaten ben de bu doğal tene dokunmak istiyordum.
Tanrı kusursuz yaratmak isteseydi, elbet yapardı bunu.
Ama 'kusursuz' kelimesini cenneti için yaratmıştı, bir ölümlüye asla hediye etmezdi bu kelimeyi.
Bir adım daha attım ona doğru.
Ardından bir adım daha atıp eteğimin uçlarını tuttum ve başımı biraz sağa doğru yatırıp kibarca reverans yaptım ona.
Biraz daha seyrettim vücudunu.
Biraz daha inceledim.Denizin onda yarattığı hisleri o bende yaratıyordu sanki; denize bakamıyordum bile o buradayken.
Aramızda birkaç adım vardı, beni hala fark etmemişti. İki adım daha attım.
"Merhaba."
Sesim düşündüğümden biraz daha kısık, planladığımdan daha ürkek çıktı.
Sol omzunun üzerinden bana doğru dönüp baktı. Hayatınızda hiç görmediğiniz birine nasıl bakarsanız öyle işte.
Biraz şaşkınlık, biraz anlamazlık.
Cevap verip vermemesi önemli değildi aslında. Yüzünün her bir hücresini zihnime kazımaya başlamıştım.
Yüz hatları çok keskin değildi. Sadece sivri, kalkık bir burnu, güzel dudakları vardı.
Çok güzel dudakları...
"Merhaba." diye yanıtladı yüzünü yeniden denize dönerken.
Baktığı yöne baktım bu kez.
Az önceki nefes gibiydi, ilk kez bu kadar güzel bir görüntü vardı karşımda. Onun gözlerinin okşadığı, bakışlarına ait bir parça. Deniz hiç olmadığı kadar güzel görünüyordu. Dalgalar hiç olmadığı kadar cesur, asil.
Mavi ilk kez bu denli sonsuz.
Üç küçük adımda yanına geldim. O, denizi izlerken ben hiç utanmadan, çekinmeden yüzünü izledim.
Bunun farkında değilmiş gibi davrandı, bir süre izin verdi ona öylece bakmama. Yine ondan gözümü ayırmadan fısıltıyla konuştum.
"Bu gece deniz... Çok güzel."
"Haklısın." diye yanıtladı beni sakince. "Bu saatte, burada ne işin var?" diye ekledi.
"Sadece hava almak istedim."
Yalan söylememiştim. Sadece biraz eksikti. 'Seni görmeyi umuyordum.' da demeliydim aslında...
"Bu gece birilerine ihtiyacım vardı." dedi bir anda bana dönerek.
Ağır, sessizce konuştum. Sanki konuşursam, kendi sesim beni rüyamdan uyandıracakmış gibi.
"Buradayım."
![](https://img.wattpad.com/cover/39485183-288-k249600.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bahçe
Misterio / Suspenso... Biraz daha seyrettim vücudunu. Biraz daha inceledim. Denizin onda yarattığı hisleri o bende yaratıyordu sanki; denize bakamıyordum bile o buradayken. Aramızda birkaç adım vardı, beni hala fark etmemişti. İki adım daha attım. "Merhaba." ...