.

36 6 0
                                    


Daracık dosyalar arasında duyulan saat sesi bir yerden sonra kafayı yedirtecek gibiydi.

Çoğu o kadar tozluydu ki bi yerden sonra hapşırmaktan başım dönmüştü. Bütün dosyaları olmasa da Ango'nun yazdığı son dosyaları inceliyordum.

"Şahsın ağzı zorla kapatıldığı için şahıs üst dişlerini alt dudağına baskılamış ve dudağında iz oluşmuştur. O sırada onu boğazından kavrayan kişiden kurtulmaya çalışırken de kafatası yerinden oynadığı için canlı çıksa dahi ameliyat olması gerekecekti. En sonda saldırgan bir kez daha boğazından kavradı ve sağda bulunan şah damarından başlayarak boğazının yarısına kadar ..... markalı 10 santimlik camla şahsın boğazına 3 santimini sokarak...10 santim kadar yatay bir kesik açtı...şahsın şah damarı parçalandığı için 5 dakikaya kalmadan öldü... Bu kadar detaylı yazılıyor muydu bunlar?"

"Davalarda ne kadar kanıt işlerine yararsa o kadar uzun yazıyorlar sonuçta"

Kafamı kaldırdığımda diyen kişinin kütüphane sahibi olduğunu görmüştüm.

"Birimiz yemeği yiyor diğerleri de kemiklerini yalıyor." Diye karşılık verdim.

Kütüphane sahibi güldü. Elinde bir bardak görmüştüm. Ağzı kapalıydı. "Çay getirmiştim sana. Bu kadar detayı gördükten sonra senin soğuk su içmek yerine sıcak bir çay içeceğini düşünüyorum delikanlı."

"Orasını anladım da, ağzı neden kapalı?" dedim elimdeki dosyayı kapatırken. Kapattığım gibi suratıma toz bulutu bulaştığından yine hapşırdım. Kütüphane müdürü yanımda gülüyordu.

Cebinden peçete uzattı. "Bu yüzden işte. Tozları içmeyi mi düşünüyorsun?"

Burnumu sümkürdükten sonra gülümsedim. "Ango'yu sen görüyor muydun amca?"

Yanıma köşedeki merdivenleri çekip üçüncü basamağa oturdu. "Evlat diye seslendiğim çocuktan söz ediyorsan, evet bilirim. Ketum ağzını hapse kapatmış gibi gelir, konuşmadan yazar, işi bitince geri giderdi. Kaybettiğim oğlumu andırdığından ona hep evlat derdim. Sesli şekilde belli etmese bile sinir olduğu belliydi fakat ben benle konuşana kadar öyle demeye devam ettim."

Kıkırdadım. Çaydan bir yudum aldım.

Devam etti. "Benim oğlum dilsizdi. Bir kere de olsa ona evlat dediğim için ne hissettiğini sesiyle duyamamıştım. Aynısını evladımdan da duyamadım." Kıkırdadı.

"Buradan çıkınca nereye gittiğini söylemez miydi sana?"

"Evladımın yaptığı işler çok riskli olsa bile o hapis tutmuş ağzından bir kelime bile söylemezdi bana."

Çayı kavrayıp düşünmeye başladım. "Sen mafyanın önemli insanlarındansın. Sana niye güvenmemiş ki?" bunu ona sormaktan çok kendime soruyordum.

Ango'yu iki gün önce gece gördüğümde de bize karşı uzaklaşmaya çalışıyor gibi tavırlar sergilediğini hatırladım. Dazai'ye hep yüklenirdi tamam da, bu sefer korku da vardı sanki bu tavırlarında.

Dazai, Ango kaçırılmış dediğinde muhtemelen Natsume'nin mal varlıklarından birine gitmiş olacaktı. Ango'yu daha bu kütüphane müdürü tanımıyorsa mafyadan birinin haber vermiş olma ihtimali yoktu.

Ayaklandım.

"Birisi mafyadan bile laf saklıyorsa, el aleme açık bir evi olmaz o halde."

Kütüphane müdürü bana döndü. "Buraların yakınlarında bir otel ve ya hotel biliyor musun amca?" dedim.

Zar zor ayağa kalkarken " Bir sokak ileride ismi çok bilinmese de büyük bir otel var. Bazı gazeteciler yurt dışından geldiğini onları orada bulabileceğimi söylerlerdi. Bildiğim en yakın otel orası. Bi de kütüphanenin tersi yönünde 3 sokak geride buraya uzak kalan otel var o otelde de devlet görevlileri kalır."

Islığı BeklerkenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin