..

18 6 0
                                    


Göz alıcı maviliğe sebep olan beyaz bulutlar sonbaharın ortalarında olduğumuzdan dolayı yalandan bahar yaşatır gibiydi.

Hep de bu tarz havalar germiştir beni. Bir şey mi başlayacak yoksa bir şey mi bitti? Böyle bir havaydı. Dışarıdayken beyazla soluk mavi arası tonlar taşıyan objeler karanlık odalarda gözüktüğünde uykumu getirirdi ki ben uyumayı çok sevmem. Denemek de istemem, yorgunluktan bayılacağımı da zannetmem. Yanımdaki herhangi biri beni uyardığında onları kırmamak için uyumaya giderim...iki saate tekrar uyanırım. Bu bazen bir kadın olur. Bazen patron olur. Bazen aynaya bakan ben olurum, bazen de öldüreceğim adam olur. "Biraz uyu, kendine yüklenmene gerek yok."

Bunu düşmanımdan duymam tabii ki. Düşmanım uyumadığımı bakışlarıyla anlar, tilkiyi andıran gülümsemesiyle beni yeneceğini zanneder. En sonda ise Azrail uyumaz... ama insan uyur. Başlarında dikilirim, vaktim varsa biraz yanlarında uyurum.

Yol boyu bunları düşünür dururum. Kafamın boş olduğu bir vakit var mı bende bilmem. Siyah paltom beni terletir iken bu düşünceler arasında kaybolurum. Krem rengi paltosundaki adam da kaybolur mu teri arasında? Ona sormak istediğim çok soru olmasına rağmen soramazdım. Öldürdüğüm kişilerin isimlerini,yaşlarını,nasıl öldürdüğümü detaylarına kadar anlatabilirdim fakat ona asla benim yaşadığımı sen yaşadın mı diyemezdim. Simsiyah odada yukardan aşağı vuran ışığın altında suratına bakardım. Lamba yakınımda olduğundan ışık sert gelirdi ve gözlerimi acıttığı çok olurdu. Ondan gözlerim aşağıda bakardım, bu yüzden Odasaku'nun gözleri ne renk onu bile bilmem ben. Tek ona özgü bir sıkıntım değil bu gerçi, patronun gözleri dışı kimsenin gözlerinin rengini bilmem ben.

Işığa ne kadar yakın olursam o kadar gözlerim acır. Ango bu durumu fark edip bana güneş gözlüğü takmamı önermişti fakat ben kabul etmemiştim. Gözlük güneş gözlüğü olsa bile gözüm hafif de olur rahatlar ise hayaletlerin gölgeleri izleyecekti beni, Chuuya'nın arayıp durduğu kayıp gölge, yangınlar arasında bir silüet, kanlar içerisinde korkak bir Azrail, karanlığımda boğulan canlar. Ölü canlar.

Terim üşümeme sebep olmaya başladığında havanın soğuduğunu anlamıştım. Gökyüzüne baktım. Bulutlar daha da çoğalmıştı. Liman taraflarını buradan görebiliyordum. O taraflarda gri bulutlar vardı, benim olduğum tarafta beyaz bulutlar vardı.

"Fırtına yaklaşıyor."

Sanırsam bunu kafamın içinde söylemedim. Gözlerimi yukarıdan aşağı indirirken gitmem gereken yere vardığımı fark etmiştim. Bugün ayrı bir dalgındım anlaşılan. Açık olan gözüme giren saçımı görmezden gelip oraya doğru adımlarımı hızlandırdım.

Yakınlaşınca çocuk sesleri duyuyordum. Restorandın üst katından geliyordu. Buraya genellikle kamyoncular gelirdi ondan restoran denir mi hiç bilmiyorum. İçeri girdim. Kilolu yaşlı bir adam titrek elleriyle restoranın karanlık köşesinde yemeklere bakarken kapının üstündeki zilin çalmasıyla bana doğru baktı.

Yamuk dişleriyle bana gülümsedi. "Hoş geldin genç, ne istiyorsun?"

Masaların dizaynı bana gittiğim barın dizaynını hatırlattığı için düzenimi bozmayarak adamın oradaki taburelere oturdum. Bir şey demeden bir müddet öyle oturdum. Açtım ona eminim. Ama ne yiyeceğimi açıkçası bilmiyorum. Burnuma gelen baharat kokusuyla aklıma gelen ilk yemeği söyledim.

"Korili pilav. Dışardaki tabelada görmüştüm. Aklıma yiyecek başka bir şey gelmiyor." Diyerek geçiştirdim ve adamla iletişimimi şimdilik kestim. İnsanları daima susmasını bilmeyen sabahın küfrü horozlar olarak görmüşümdür. Karşıdan karşıya geçerken bile bana sorular sorardı bu tür. Zamanı unutmuş mutluluklarıyla günaydın derler kafamla geçiştirirdim. Bazısı arkadaşıymışım gibi muhabbet etmeye de kalkışırdı ki başımı en çok bu tipler ağrıtır. Gariptir, bu şef uzaktan arkadaş canlısı durmasına rağmen bana sorular sormayan tek kişi olabilirdi.

Islığı BeklerkenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin