Bu tam anlamıyla bir soğuk savaştı.
Taraflardan birinin keskin yeşilleri vardı diğerinin ise o yeşillere bakmadan duramayan elaları.
Fakat bakmak ki günahtı,yasaktı. Sadece birbirlerini görebildikleri kadar küçük alanlarda gözlerinin içine bakabiliyorlardı.
Haricinde kalan zaman ve mekan dilimlerinde gözlerinin birbirine değmemesi gerekiyordu.
Çünkü iki düşmanın birbirine çok da uzun süre bakması anlaşılabilir bir şey değildi.Kampüsün fırtınaya esir olduğu günlerden biriydi. Böylelikle dışarıdaki yağmurda sırılsıklam kalmak istemeyen kim varsa kantine doluşmuştu. Fakültenin kantini kaldırabileceği kalabalık kapasitesini epeyce aşıyordu.Normal zamanda kendi aralarında alınmış tedbirler vardı. Misal vermek gerekirse İskender'in kuçularının olduğu vakitlerde genellikle Miran'ın arkadaşları farklı bir yere giderdi. Birbirlerinden haz etmeyen gruplar eğitim hayatlarını yerle yeksan etmemek adına kendilerince böyle bir tedbir almıştı. Birbirlerine bir kaç dakika baktıktan sonra sözlü sataşmalar,jest ve mimikler yoluyla göz dağı vermeler peydah oluyordu aralarında. Bu da ilk taşı atan her kim olursa olsun iki tarafında rektörlük binasında soluk almasına sebebiyet veriyordu.
İlk taşı atan İskender'in yerinde durmayı bilmeyen ela gözleriydi. Saniyeler bile fazla geliyordu da sanki gidip gelip Miran'ın yeşillerine tutuluyordu.
Ama bunu yaparken safi bir nefretle kaynıyordu göz bebeklerinin içi. Soluğunu tutarak,yumruklarını sıkarak izliyordu oğlanın yeşillerini. Her zamankinden daha az düşmanca değildi. Her zaman olduğu gibi düşmancaydı hatta. Fakat bunun nedeni artık "ideoloji" denilen tohumların aralarına ektiği aşılmaz uçurum çiçeklerinden kaynaklanmıyordu. Bunun nedeni artık dillerine pelesenk ettikleri ayrıştırıcı nefret cümleleri de değildi gereksizce birbirlerine kin güden "dava" olayları da değildi.Bu,buram buram kıskançlık kokusunun nüksettiği bir soğuk savaşın bakışıydı. Elalarda hüküm süren bu bakış hiç olmadığı kadar hırslı,tamahkar ve derindendi.
Miran ona bir şey diyemiyordu. Miran bariz bir şekilde İskender'in nefret dolu bakışlarının ve kıskançlığının kaynağının farkındaydı.Bu,Miran'ın allak bulak olan zihninin bir yansımasıydı. En yakın arkadaşı Cem ile olan yersiz yakınlaşmasının bugüne olan cezasıydı. Miran kimlik karmaşası,aidiyetsizlik hissi ve hayatının tepetaklak oluşunu dindirmek adına en yakın arkadaşının ona duyduğu romantik bir takım hislere tutunma çabasıyla aslında kendini savurmuştu.Bu arkadaşlık kaybedemeyeceği kadar kıymetli bir arkadaşlıktı.
Cem'in hatası sağlıksız düşünen Miran'ın hızlı davranışlarını kendi lehine çevirmek idi. O zamanlar "can düşmanı" olarak tanımladığı İskender dahi bu zorlu geçiş sürecinde Miran'a hata payı bırakmış,kafasını bulandırmadan çekilmişti köşesine. Cem ise kendi lehine olan bu romantik duyguları Miran'ın zihinsel karmaşası ile çok güzel harmanlamıştı. Bu da Miran'ın hatasıydı. Hayatıyla ilgili olan karmaşık hisleri bir başkasına tutunarak gidermeye çalışmıştı.Oysa bilmeliydi ki onun zehri de şifası da nefretle baktığı esmerin elalarından süzülen bir ışık huzmesinden ötede değildi. Gününü aydınlatacak olan da yolunu karartacak olan da sadece elaların yansıttığı ışıktan geçiyordu.
"Bir başkası gibi olsaydım."demişti Cem'e Miran. "Beni,sever miydin ?"
"Şayet bir ülkücü olsaydım mesela." Öyleydi,nitekim Cem argo bir biçimde Miran'a hakaret edip geçiştirmişti.Şimdi ise arkadaş olarak yan yana oturuyor olsalar da İskender hala Cem'e nefretle bakıyordu.
Kavuşmamaları için envai çeşit felaket buluyordu adeta İskender ve Miran'ı. Alparslan başlarına yeterince bela değildi,ortamlarının farklılığı ayrı bir belaydı. Irkı,dili ve ideolojisi yeterli bir bela değildi de sanki araya giren gönül kırıkları ve hatır yorgunlukları acıyı ikiye katlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alcatraz
Romans"Doğru bildiğin ne varsa unut."diye fısıldadı Miran yeşillerini yumup. "Bildiğim en büyük yanlıştın şimdi ise tek doğrumsun."