📍eski bir kurgumdan dönüştürülmüştür📍
Uzun yıllar önce macerayı huzura tercih eden genç bir çiftçi yaşarmış. Her gün "Keşke koyunlarıma kurt saldırsa, keşke tuzağa yakalanan güzel bir kız olsa..." deyip dururmuş.
Kasabada bir macera olmadığını anladığında toplamış eşyalarını, satmış malını. "Macera beni bulmayacaksa ben macerayı bulacağım!" diyerek uzun bir yolculuğa çıkmış.
Dağları aşmış, ormanları geçmiş, yeni insanlarla tanışmış ama bu çiftçiyi tatmin etmemiş. "Bana daha büyük bir macera lazım, daha büyük!" Çiftçi her gün bunu söylemiş.
En sonunda çiftçi yaşlanmış ve durağanlaşmış. O kadar çok insanlar tanıştığı için kalabalıklarda rahat edememeye başlamış. Kafasını çevirdiği her yerde bir tanıdık görmek onu sinirlendirmiş ve çiftçi ormana taşınmış.
Ağaçları keserek kendine tarla ve ev yapabilecek kadar alan açmış. Çiftçi günlerce: tarla sürmüş, sürmüş ve sürmüş; Dikmiş, dikmiş ve dikmiş.
En sonunda işini bitirdiğinde balkonundaki yamuk yumuk sandalyesinde oturup başlamış ağaçlarla çevrili tarlasını seyretmeye. Çiftçi işini biliyormuş. Bu ağaçlar gölgeleriyle tarlasının güneşini kapatabilirmiş.
Çiftçi yine başlamış kesmeye. Kesmiş, kesmiş ve kesmiş. Ağaçlar tarlasından uzaklaşana ve çiftçiye boş alan verene kadar kesmiş. En sonunda çiftçi yorgun düşmüş ve yine oturmuş el işçiliği sandalyesine.
Dakikalar yavaş yavaş geçerken çiftçi tepede uçan bir karga görmüş. "Nasıl akıl edemedi benim aptal kafam?" diye söylenmeye başlamış ve kalkmış yerinden. Günün yorgunluğu, yaşlılık demeden ağaç gövdelerini kesmiş, kesmiş ve kesmiş. Ta ki o hantal ağaçlar iki sağlam çıtaya dönüşüne dek.
Hemen bağlamış birbirine çıtaları ve getirmiş evinden eski kıyafetleriyle hasır şapkasını. Doldurmuş içini samanlarla. Çiftçi ayrıntıları severmiş. Samanlardan tek tek saç yapmış küçük korkuluğa. Ardından dikmiş tarlasının ortasına.
Yeniden geçmiş kırılmaya yüz tutan sandalyesinin başına. Korkuluğunun rüzgarla uçuşan samanlarını izlemiş. Güneş artık batıyormuş ve etraf turuncunun en parlak tonuna bürünmüş. Bir yandan da ay yavaşça varlığını belli etmeye başlıyordu.
Çiftçinin memleketinde bir inanış varmış. Güneş batarken görünen aya bir dilek dilersen dilediğin her şey gerçek olur. Çiftçi bir süre daha rüzgarla tek tek savrulan samanları izlerken sıkılmış ve gençliğinde sıkça kurduğu o cümleyi kurmuş: Keşke bu korkuluk canlansa...
Çiftçi beklemiş, beklemiş, beklemiş ama korkuluk canlanmamış. Üzülen yaşlı çiftçi evine girmiş ve akşam yemeği hazırlamaya başlamış.
Bunca sene insan içinde olan biri için yanlızlık zordu. Çiftçi de bu yalnızlığını sofraya iki tabak koyarak gideriyordu. Bir tabağı önüne, diğerini de onun hemen karşısına koymuş. Ardından çorbayı getirmek için gözünü masadan ayırmış. Geri döndüğünde korkuluğu koyduğu ikinci tabağın karşısında görünce sendelemiş ve elinde çorbayla birlikte yere düşmüş.
Kaynar çorbanın sıcaklığı kıyafetlerinden tüm vücuduna nüfuz ederken korkuluk gülmüş ve "Babam oyun oynamayı seviyor!" demiş. Çiftçi çığlık atmış ama bu üstüne dökülen sıcak çorbadan mı yoksa karşısındaki konuşan korkuluktan mı hala bilinmez.
"Baba neden bağırıyorsun?" diye sormuş korkuluk. Çiftçi ise mutfaktan bir bıçak bulup korkuluğa doğrultmuş.
"Nesin sen? Cin misin? Belki de iblissin! Defol evimden uğursuz varlık!" Çiftçinin sözleri korkuluğu üzmüş. Canlanmasını dileyen o değil miydi? Neden şimdi kaçıyordu? Canlanmıştı işte. Sorun neydi?
Korkuluk sessizce, samandan ayaklarıyla çiftçiye yaklaşmaya başlamış. "Baba... baba canlanmamı istemedin mi?" Korkuluğun sesi yavaşça bir çığlığa dönüşmüş ve dikişli ağzının dikişler sökülüp yerlerini sivri dişlere bırakmış.
O gün çiftçi ölmüş ve korkuluğun kalbi kırılmış. Bir gün daha çiftlikte bekledikten sonra gün batımında görünen aya bakarak bir dilek dilemiş. "İnsan olmak istiyorum."
O korkuluğun kırık kalbinden kopan küçük dilek kabul edildi mi yoksa korkuluk o çiftlikte yok olmayı mı bekliyor bilinmez ama nerede olursa olsun mutlu olmasını umuyorum.
🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾
Çocukların birkaçı etrafımda heyecanlı sesler çıkarırken diğerleri suskun bir şekilde donmuş gibi bana bakıyordu. Benimle konuşmaya çalışan birkaç çocuğa gülümseyerek cevap verirken aralarından biri hikaye bittiğinden beri sorulmasını beklediğim soruyu sordu. "Bayan K, sizce korkuluk şu an ne yapıyor? Pişman mıdır? Veya dileği gerçekleştiyse şu an mutlu mudur?"
Gülümsemem gerekiyordu ama bir süre kaskatı kesilmiş gibi hareket edemedim. En sonunda fark ettiğimde çocuğa gülümsedim ama istediğim şekilde samimi bir gülümseme olmadı bu. "Eğer dileği geçrekleştiyse şu anda tüm dünyaya kendi hikayesini duyuran bir gezgin olmuş olmalı. Saçları saman sarısı ve gözleri de simsiyah olmalı."
"Sizin gibi mi?"
Bunu soran çocuğa karşı dişlerimi göstererek gülümsedim. Bakışları siyah gözlerimden anormal bir şekilde sivri dişlerime kaydı. "Evet çocuğum, benim gibi."
*****
Bir anda sebepsizce aklıma gelen bir kurgu oldu ve ben de yazmak istedim. Ortaya böyle tuhaf bir şey çıktı ama masal tadında güzel bir kurgu olduğunu düşünüyorum.
Umarım siz de beğenmişsinizdir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oneshot Kurgular
RandomUzun soluklu romanların karmaşasından sıkılan herkes için basit, tadında ve sıkmayan oneshotlar. -Ölüm Piyanisti -Korkuluk -Gülümseme