... "Tıpkı geceye benziyorsun" der annem bana her zaman. At kuyruğumdan kaçmış bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırır, bakışlarını tekrar yıldızların göz kırpıp ayın zarafetle parlattığı, her yeri daha sessiz ve sakin olmaya teşvik eden karanlığa çevirir.
Annem ne zaman beni geceye benzetse yüzüme bir gülümseme kondururdum zoraki. Gülümseme kondururdum çünkü annemin bana iltifat ettiğini bilirdim. Geceyi sevdiğini, beni sevdiğini... Zoraki olurdu çünkü bana acı verirdi tüm bu benzetmeler. Yıldızlarım yok benim. Zarafetle parlayan ayım hiç yok. Kendimi ışıkların mahvettiği bir geceden başka bir şey olarak hayal edemiyorum bu yüzden. Kirli. Kaybolmuş. Geri getirmesi neredeyse imkansız.
Belki bunun için onun altın gibi parlayan saçlarında göremiyorum kendimi. Küçük prensi hatırlatıyor bana. Yıldızları saymasına gerek olmayan küçük prensi. Zaten tüm yıldızlara sahip olan küçük prensi. Güneşin yaramaz hareleri onun saçlarında koştururken benim olmak isteyip de olamadığım her şey oymuş gibi geliyor. Ay ışığının ulaşamadığı şu çıkmaz sokaktaki gölgelerin arasında daha da koyulaşıyorum ve yok oluyorum tüm bu hisler aynı anda üzerime çöktükçe. İnsan kendinde olmayanı sever derler. Herkes için geçerli değil sanırım bu. Onun için en azından.