─ take jesus off the dashboard.

340 51 83
                                    

New York, 02.14

Bazen zaman öyle hızlı bir şekilde akar ki, sanki bir hız treninde gibi hissedersiniz. Tren birden durunca sersemletir sizi. Kendinizi ait olmadığınız bir yüzyılın yabancı sahnelerinde bulabilirsiniz ya da kendi benliğinizi kaybeder ve en başından bambaşka bir dünya yaratırsınız kendinize. Oysa sürekli "Neredeyim? Neler oldu? Nasıl oldu? Az önce ne oldu?" gibisinden sorular aklınızın en ücra köşelerinden bile rahatsız eder ruhunuzu ve bazen eliniz ayağınıza dolanır. Sorduğunuz sorular veya verdiğiniz cevaplara bağlı olarak milyonlarca seçenek karşınıza çıkar ve siz kendinizi dünyaya kapanmış bir halde bulursunuz.

Aynı şu an benim olduğum gibi.

Her pazar gecesi olduğu gibi bu gece de 7-eleven marketi talan edip elimizde litrelerce Mountain Dew ile New York sokaklarında hovardalık yapmıştık. New York caddeleri bizim ayak izlerimizi ezberlemişti ve yüzlerimiz artık birer yabancıdan çıkmıştı. Yine de her seferinde bambaşka gülüşler ve yoğun gözyaşları akıtıyorduk. Birbirimize yeniden yabancı olduğumuz sabaha kadar sözlerimizi işiten her bir kaldırım bizim oluyordu. Tabi ben asla onları benimseyememiştim. Bir yeri kendime ait hissetmeyi hiç tadamamış olarak yabancı olduğum bu ülkeyi yadırgamakla meşgulüm son zamanlarda ve anlaşılan o ki pek bir başarılıydım bunu yapmakta.

Evet, arkamı dönüp bizimkileri dermanı olmayan dertleri ile yeni günde yalnız bırakırken kolumdan tutup beni durduran ve kulağıma fısıldayan Beomgyu ile elim ayağım tamamen birbirine dolanmış ve algılarımı dünyaya kapatmıştım. Sadece bana beklentiyle bakan bir çift göz ve atışları beni mahveden kalbim vardı. Birde koluma sürtünerek avuçlarıma kayan parmak uçları.

"Hadi tanrıyı gösterge panelinden çıkaralım, başında yeterince derdi var."

Bana sunduğu bu teklifi asla reddedemezdim. Ve altındaki diğer anlamları zerre düşünmeden kabul ettim. Gecenin devamında beraber aynı yatağa da girebilirdik, başka anları paylaşıp kendi yatağımda yalnızca düşüncelere de dalanilirdim, hastane koridorunda kendimi de kaybedebilirdim. Hiçbirini düşünmeden sadece kabul ettim ve bu çok tehlikeli olduğu halde gülümsedim. İlk defa cennete 'evet' dedim.

Yanımda parlak gözleriyle etrafa bakarak gülümseyen ve adımlarını sekerek atan çakır keyif Choi Beomgyu çığlık atmama neden olacaktı. İçindeki arsız oğlan gitmiş de yerine minik bir çocuk gelmişti. Onu her şeyden ve herkesten koruyup kollamak istiyordum. Benim yanımda gülümseyen bu çocuğu her zaman gülümsesin diye yanımdan ayırmak istemiyordum. Onu sanki küçük bebeğimmiş gibi okşamak ve kucağımda uyutmak istiyordum.

Küçük bebeğimmiş gibi okşamak ve kucağımda uyutmak.

"Senin arabanı ne zaman görsem içinde çok güzel şeyler yapabileceğimizi düşünüyorum." Yarım ağız söylediği sözlerin bende bıraktığı etkinin haddi hesabı yoktu ve onun bundan haberdar olduğunu da düşünmüyordum. Tek yaptığı düşüncesizce aklından geçen şeyleri bir çırpıda söylemekti.

Beyaz Pontiac Heaven'ın önünde durdu ve kapıyı açmam için bana döndü. Eğer o kapıyı açarsam yırtıcı bir kaplan gibi içeriye atlayacaktı ve onu ağlaya ağlaya çıkarmak zorunda kalacaktım. Çünkü onu tanıdığım süre zarfında birkaç defa arabama almış ve her seferinde de çığlık çığlığa çıkarmıştım. Benim arabama aşıktı Choi Beomgyu.

Yine de göz devirip arabayı açtım. Sürücü koltuğunun yanındaki kapıyı açmış ve ben daha arabaya yaklaşmadığım halde arabaya binip kapıyı da kapatmıştı. Gülümsedim. Aklımdan geçen düşüncelere tezat olarak gözüme o kadar tatlı geliyordu ki onu öpmek istiyordum. Sabaha kadar tüm yüzünü öpücüklere boğmak istiyordum ve bunu yapmak için hayatımı bile verebilecek bir duruma gelmiştim. Choi Beomgyu beni delirtiyordu.

diet mountain dew, tgHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin