SAYGIN/Bölüm 1

32 3 0
                                    

Durduğu yolun başında kaldırım taşlarını izliyordu. Yağmur nedeniyle yeni boyanmış hissi veren kaldırım sanki yolun ziftini düz bir alanda tutuyordu. Yolu ortadan ikiye ayırmış fay hattı gibi beyaz düzgün bir çizgi ile boyanmış yollar... İnce bir çizgi üzerinde yürünmesi gereken hayatı temsil ediyor şerit. Trafiği yarıp tam çizgi üzerinde yürümek geçiyor aklından ama ayaklarının takati yok. Zamana karşı savaş içinde hızla ilerleyen buğulu camların içindeki insanları gereksiz varlığı ile meşgul ederek trafiği aksatmak istemiyor.

Böyle düşünüyor Saygın, adımlarının geçtiği güzergâhta savrularak yürürken. İçindeki depreme benzer kırılma hissine ve her gün biraz daha açılan yer kabuğuna benzer ten yarılmasına mana arıyor. Canı kanıyor gibi ama acı yok. Acısını anlatmaya sözleri yetmiyor. Biliyor ama acının halini, her insan kadar acıyor canı. Can acısını kendine özgü bir duygu gibi algılanmasını istemiyor. Hem belki böyle anlayan birileri çıkar diye düşünüyor. En çok da bu düşündürüyor onu. Acı var, kan yok. Sancı var, inleme yok. Ölecek sanki fakat hala yaşıyor. Yol var, yürüse bir... Bir şekilde yürümüş ve buraya kadar gelmişti. Onu getiren adımlarını arıyor ardında, yoklar. Herkes gibi derdi, dermanı var ama nerede? Öyle saklanmış bir derman ki bu kimsesi yok. Kimse seslenip sormamış nerededir diye? Böylece yıllar içinde varlığı unutulmuş bir dermanmış aradığı. Aramanın yersizliği içinde derdine alışmaya ve öyle yürümeye çalışıyordu.

Bunları düşünürken ceplerinin dışındaki ellerini unutuyor, üşüdükleri aklından çıkmış. Mart rüzgârı o kadar keskin ki, sanki onu kıymak ister gibi etrafında dolanarak, sert bir şekilde bedenine çarpıyor, kolları ince ve en açık hedef. Donuyorlar. Hissedilmeyecek kadar kanı çekiliyor ellerinden. Parmakları daha cezbedici geliyor düşmanı soğuk rüzgâra. Kesiyor uzuvlarını inceden...

Canı acımaya başladığında irkiliyor ve en son ne zaman canının acıdığı aklına geliyor. O sözler, peşi ardına ezberlenmiş ve birçok kişiye söylenmiş, artık etkisini yitirmiş gri gözlüklü doktorun sözleri:

"Var olamayacaksan, yok da olamazsın mantığıyla ölümsüzlüğü seçen hücrelerin, beynindeki o kitleyi büyütüyor." gibi şeyler demiş ve bir an beklemişti. Belki farklı kelimeler de seçmiş olabilir hatta kelimelerin yerleri farklı olabilir ama Saygın böyle dediğini hafızasına kazımıştı. Doktor hastalardaki ilk tepkinin çok önemli olduğuyla ilgili ihtisas yapmış birisiydi. Ya da öyle olmalıydı.

Saygın'ın ilk tepkisi, "Kimden bahsediyoruz?" oldu.

Doktor bozuntuya vermedi o an. Elinde her duygu durumuna göre konuşup tartışamaya mahal vermeyecek veriler vardı.

"Siz, bu konuda başka birinden bahsediyor gibi yaparak daha rahat olacaksanız böyle de devam edebiliriz." diyerek aslında neyi nasıl kabul ettiğinin bir öneminin olmadığını ve gerçeklerden kaçılamayacağını gösteriyordu Saygın'a.

Geri dönülmesi mümkün olmayan her şey gibiydi gerçek; duyguları önemsemiyordu, yıkıp geçiyordu insanın umutlarını... Rüya olsun isterdi bazen insan her şey özellikle geri alınamayacak kadar gerçek olanlar için. Uyanacağımız o çıkış kapısı mümkün müydü? Hayatın tüm gerçekliğinin içinde olduğunu bildiğinde bile, kafanı kaldırıp herhangi bir duvar bitiminde köşeyi dönse insan, ya da bir ağacın arkasına geçtiğinde, yüksek bir yerden atladığında uyanabilse... Saygın hemen orada odanın içindeki beyaz yatağın önündeki bez paravanın arkasına geçip uyanmanın mümkünlüğünü düşündü. İki duvarın birleştiği yer açılır mıydı? Odadaki kapalı kapının çıkış olabileceğini düşünmemişti. Kapılar asla bir kurtuluşa ulaştırmazdı. Kapılar başka bir derinliğin içine açılırdı. Kaçmak için konulmamış açıklar bulunmalıydı. Duvarlar yıkılırdı, kapılar açılır, ona bir daha hiç var olamayacak geçilmiş alanlar gerekliydi.

SAYGINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin