SAYGIN/Bölüm 5

12 2 2
                                    


SAYGIN 5. BÖLÜM

Yokuşun başındaki okulun önünde durmuş etrafında akıp giden rüzgârın götürdüklerini izliyordu. İnsanlar koşarak bir yerlere yetişmeye çalışıyordu, arabalar viteslerini boşa almış yokuşta boşta gidiyorlardı, çocuklar sırtlarında çantalarının içinde eğitimin tuğlalarını taşıyorlardı. Okul çıkış saatinden dolayı baş döndürücü bir hengâme yaşanıyordu. Sanki zaman daralmış, yaşamak adına insanlara verilen sürenin sonuna gelmiş gibiydi insanların yüzlerindeki telaşlı ifadeler. Çocuklarının ellerinden tutan büyükler kalabalığın içinden bir an önce kurtulma peşindeydi.

Kalabalığın yokuştan aşağıya doğru döküldüğü yerde çantası sırtında olan çocuklar kalabalığını ortadan ikiye yaran bir seyyar satıcıydı Saygın ve gülümseyerek arabasındaki tatlıları satma uğraşındaydı. Ellerindeki uçları kesik eldivenden nefesini avuçlarının içine üfürdü, ısınsınlar istemişti, sonra ellerini birbirine sürdü. Hava soğuktu. Taze, çıtır ve sıcak tatlısı olduğunu söylemek isterdi ama çekiniyordu. Bu iş aslında ona göre değildi. Asla da olmayacaktı. Paraya ihtiyacı vardı sadece. Bunun için elindeki on parayı yüz para yapması lazımmış ve ticaret yapabilmesi için ise çalışması gerekliymiş. Kirasını ödemeliydi. Yeni çoraplar alıp, karnını doyurduğu esnaf lokantasına borcunu ödemeliydi. Akşam saatlerinde gidip yarı fiyatına yediği çorbanın mutlaka karşılığını vermeliydi. Kitap almalıydı, bazı kitapları kütüphanede bulamıyordu. Sahaftan aldığı kitapların borcunu ödemeliydi. Eğer biraz fazla kazanırsa da kahve içmek isterdi. Okurken kitaptan başını kaldırıp uzaklara daldığı bir yudum kahvenin tadını hiçbir şeye değişmezdi. Henüz bunun tadını almamıştı, sadece okuduğu bir kitapta tasvir edilmişti ve o günden beri aklındaydı, ilk işi bunu yapmak olacaktı.

Beyaz montlu bir çocuk yanaştı yanına, şişme montunun kollarının bittiği yerden elindeki bozukları uzatıp tatlı istedi. Saygın ne kadar olduğuna bakmadı bile hemen kese kâğıdından kesip bir tatlıyı saracak hale getirdiği kâğıtla, dizili tatlılardan en alttan birisini çekip çocuğa uzattı. Tatlıyı aldığı Tatlıcı aksini tembihlemişti ama Saygın farklı davranmıştı. Hep üstten vermeliymiş ki, bayatları önce satabilsin tazelerinde ömrü uzun olsun. Saygın ise tam aksini yapıyordu. Tatlıları Tatlıcının istediği gibi diziyor ama satarken tazeleri önden veriyordu. Çocuğun elleriyle tatlıyı kavrayışını izledi, aklında böyle bir montunun olması gerekliliği vardı.

Beyaz montlu çocuk uzaklaşınca başka bir çocuk annesinin elinden tutmuş ondan yana koşar adım geldi. Sanki bel bölgesinde bir adet araba lastiği taşıyan annesine tatlıları gösterdi. Kadın yanaklarının arasında zor görünen küçük ağzından bazı sesler çıkardı. Gözleri de yumuktu tam olarak tatlılara mı Saygın'a mı bakıyor tahmin etmek zordu. Yürüyüşü yavaşçanaydı ayakları kayıyordu ve Saygın asla kadının orada düşmesini istemezdi. Ancak aklından bunu geçirmekten de kendini alamadı. Saygın kadının dediklerini duymadı ama tahmin etti. Yüzündeki üşüyen kısımlarına sıcaklık yayıldı. Soğuktan kulakları artık duymuyor muydu yoksa elleriyle kulaklarının üzerinde gezindi biraz hala oradaydılar. Gülümsedi.

"Bir para abla" dedi. "İki tane alırsanız bir buçuk para"

Kendince kampanyada icat etmişti. Aslında bir an önce tatlıları satıp çarşıdaki kütüphaneye gitmekti amacı. Kütüphanenin depocusu olarak işe başlamıştı. Yarım gün olmak üzere tüm kitapların tozunu alıyor, yeni gelenlerin kolilerini taşıyor ve bakıma gideceklerin kolileme işini yapıyordu. Bu sayede dilediği kadar orada oturup kitap okuyor, eğer kütüphaneci arzu ederse sıcak bir çaya kavuşuyordu.

Kadın geniş belinden duran bir yerden bir cüzdan çıkardı, cüzdanın köşesine sıkışmış parayı iri parmaklarıyla zorda olsa buldu ve Saygın'a uzattı. Çocuk ellerine bırakılan tatlıyı hayranlıkla izlerken, Saygın avucundaki parayı saydı, şaşır gibi oldu bir an, sonra bir tatlı daha sardı ve kadına uzattı. Kadın teşekkür edip giderken para üstü ayarlamaya çalıştı ancak çoktan gitmişti kadın. Arkasından baktı Saygın. Avucundaki 2 parayı sallayıp cebine soktu. Teşekkür etti cömert kadına ve onun düşebileceği için duyduğu endişenin asla komik duruma düşecek olmasından değil, onun iyi bir insan olduğundan ve böyle kötü bir duruma düşmeyi hak etmediğinden dolayı endişelendiğini içinden geçirdi. Böyle düşünmek ve kabul etmek onu daha iyi hissettirdi.

Vakit geçmiş, okulun çıkış saati bitmiş ve kalabalık dağılmaya yakındı. Okulun müdürü olduğunu söyleyen bıyıklı ve takım elbiseli bir adam kaşlarını çatmış vaziyette tatlı arabasının yanına gelene kadar Saygın birkaç tatlıyı daha satmıştı.

"Efendi, burada tatlı satamazsın!" Ellerini de emirgen bir şekilde hemen oradan gitmesini ister gibi havada salladı. "Hadi topla şunları ve buradan git bak yoksa polis çağıracağım" dedi.

Saygın şaşırmadı olanlara çünkü bunun içinde arkadaşları başta olmak üzere tatlıcı da uyarmıştı onu. Zordu bu işler, uyanık olmak gerekliydi, kısa sürede hiç oyalanmadan satabildiği kadar kişiye tatlıyı satıp hemen oradan uzaklaşmalıydı. Saygın ise çok konuşmaktan soğukta beklemek istemeyen birkaç müşteriyi de kaçırmıştı. Neyine hızlı olmak, orada saplanıp kalmıştı işte. Okulun müdürüne de yakalanmıştı ve aslında hiç hoşuna gitmeyecek bir sahneye maruz kalmıştı. Sokakta hiç oralı olmayan insanlar bile bu negatif olayı sanki kendilerini çekmiş gibi baktılar, yolunu değiştiren daha yakından geçmek isterken olaya şahit olmak isteyenler oldu. Duranlar oldu. Az önce tatlı alan çocuklarda dikkat kesildi. Sanki zaman durmuş herkes bu sahneyi izliyordu. Bu gibi anlar insanı daha çok gerebilirdi. Saygın'ın yüzüne bakılacak olursa sakin kalmaya çalışarak gülümsedi bile denebilir.

Müdürle dalaşmadı, özür dileyen birkaç söz geveledi ama müdürün dinlemediğini ve bunu hiç önemsemediğini fark etti, ağzında yuvarladı sözleri. Arabanın tekerlerini sabitleyen taşları kenara çekip oradan ayrılmaya hazırlandı. Müdür bundan cesaret almış olacak ki Saygın'ı kollarından tutup itmeye çalıştı.

"Defol git!" Saygın'ın yeterince sürüklenmediğini düşünmüş olmalı, "Bak hala duruyor, pislik şerefsiz seni!" dedi.

Saygın toparlanmaya ve ayaklarının altından kayan yerde durabilmek için çaba sarf etti. Müdürün öfkesinin dinmek yerine gittikçe köpürüyor olmasının kendisinin pasif kalmasından dolayı olduğunu düşündü. Biraz ses çıkarsa hani, geri adım atar mıydı müdür? Hem ne diye ses çıkaracaktı ki, ne diyecekti müdüre? Müdür haklı değil miydi? Haklıydı! Ancak Saygın'ın şerefsiz olduğunu söylemekte haksızdı. Aklına bu geldiğinde kafasında bir yargılama yapmıştı Saygın ve karşılık vermenin en azından pis ve şerefsiz olmadığının savunması gerekliydi. Her şey olabilirdi bu hayatta ve asla gocunmazdı ancak insanların yardımlarından sıkılıp en azından artık içtiği çorbanın, sahaftan aldığı kitapların parasını ödeyebilmeliydi. Başkalarının eskimiş ayakkabı ve montlarını giymek istemiyordu. Çorapları eskimişti en azından yeni bir çorap alabilmesinin şimdi burada müdürün haksız saldırısına karşı durabildiği derecede mümkün olacağını düşündü.

SAYGINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin