SAYGIN/Bölüm 4

10 4 4
                                    

SAYGIN 4. BÖLÜM

Saygın bir dönem sevmek sevilmek istedi. Âşık olup, tarifsiz mutluluklar yaşayacağını, geceleri yatağa girerken sevgilisini düşünerek uyuyacağını, özel günlerde hediye alacağını ve hediye vereceğini ummuştu ancak hiçbirisi gerçekleşmedi ve her defasında bocaladı, uyku uyuyamadı, mutluluk tarifsizdi ama mutsuzluğunu tarif edebileceği hayatlar yaşadı, hediye almak bir tarafa hediye verecek kadar bile vakti olmadı.

Kimileri o kadar güzeldi ki, kendini çirkin gördü, ezildi yanlarında, olduğu kişi olmadığına inandırıldı. Yüzlerine baktıkça aynadaki kendi yüzüne yabancılaştı. Kazaklarının kollarından içine doğru çekildi bedeni. Ezildikçe küçüldü. Kayboldu. Elbiselerinin bol kenarları arasına saklandı. Bağıran, haykıran ve böğüren sözleri duyduğunda anlam verememekten dolayı sustu. Erkeklik yapamadığı bahane gösterildi, terkedildi.

Kimileri gariban, zavallı ve bir erkeğe ihtiyaç duyuyor görünen kadınlardı. Saygın, erkeği için her şeyi yapmaya kabul bu kadınlara ise acıdı. Acıdığını sevemezdi, sevemedi. Sevmedi ama terkte etmedi. Terk etmek yerine yine ezildi, küçüldü, gömleğinin düğmeleri arasından tutunamayıp düştü. Oturup düşününce o kadar küçüldü ki, düştüğü yerde kayboldu. Başka erkekler gelip onun yerini alıyorlardı. Onlar sanki muhtaç kadının kokusunu alırlardı, öyle derdi Saygın bu duruma.

Sonra bazen öyle alelade bir dost ortamında tam istediği gibi orta halli, kendini anlatabileceği ve anlaşılabileceği kızlar olurdu. Bunlarla takılırdı, çok sevilirdi, sevmeye çalışırdı, sevmesinin eksik kaldığını görür bocalardı. O kadar çok sevilirdi ki bu kadınlar tarafından fakat yine bu kadınları nasıl seveceğini bilemez ve yine ezilirdi. Ezildikçe küçülür, küçüldükçe suçlanırdı. Pantolonun paçalarından durduğu zemine doğru akardı. Nasıl böyle duygusuz olduğu sorulurdu. Neden sevmiyor olduğu, yoksa sevmiyor musun, diye sorulur ve asla cevaplar yeterli gelmezdi. Severdi biraz, göster o zaman derlerdi. İşte burada olduğunu söylese, sen buna sevgi mi diyorsun diye suçlarlardı.

Bile bile terkedilmek için kadınların ayaklarına giderdi. Karşılarına oturur, susardı. Dinler, başıyla hak verirdi. Bir keresinde hiç bilmediği, daha önce gitmediği ve tanıdığı kimsenin olmadığı bir şehre Konya'ya kadar gitti. Bir ayrılık konuşması için. Kadın belli ki çok duygusaldı ve Saygın'ı seviyordu ve bunun için ağlayarak ilişkileri için konuşmuştu ancak O sadece dinlemişti. Saygın'ın bu tutumu karşısında daha fazla sinirlenen kadın bu kez erkekliğine ve özgüvenine oynamıştı. Sadece gülümsemişti Saygın bu duruma ve gülümsemesi kadını çileden çıkarmış olmalıydı. Masadaki soğuk suyu yüzüne yediğinde oturdukları mekânda şaşıran insanların fısıltılarını duymuştu. Kadın hızlıca ve ağlayarak gittiğinde Saygın yüzünü kuruluyordu. Kasada parayı ödeyip gülümseyerek çantasını alarak otogara yönelmişti. Otobüste giderken kadın tarafından defalarca aranmış ama açmamıştı. Arkasından hemen bir mesaj gelmişti: Ben ağlayarak uzaklaşırken neden arkasından gitmemişmiş? Başka bir kafede garsonun omuzlarında ağlamış ve orada sakinleşmişmiş. Keşke gelseymişmiş... Yüzünde yine de o hafiflemiş insanın rahatlama gülümsemesi vardı. Bu dışarıdan ahmaklığa gülümsemek olarak da anlaşılabilirdi pekâlâ ama öyle değildi. Saygın tüm bu denemelerinde biraz daha kadınları tanıyordu.

Başka birisi yine onu karşısına alıp, ayrılmak istediğini söylemişti." Babama benziyorsun, ben hayatımda sevdiğim adamın babam gibi olmasını istemiyorum. Babam bize sevgisini gösteremez hep uzaklarda olur ve eve geldiğinde bize ısınamayan, soğuk, sert bir adam olmuştur." Demişti. Hak veriyordu kıza ama o gün öyle bir karın ağrısı çekiyordu ki yerinden kalkıp deniz mavisi gözleri olan ve ince uzun güzel parmaklara ellerini dolayıp ilk tanıştıklarındaki gibi sıcacık öpüp, özür dilemek istemişti ancak yapamadı. Öylece bedeni ezilirken orada durup ona aynı zamanda üzüntü veren sözleri dinledi. Karnını tuttu, başı da ağrımaya başladığında kulaklarındaki uğultudan artık mavi gözleri duyamaz oldu. Ağrısı olmasa üzüntüden ağlardı. Ağrıya karşı istemeden bir direnç göstermesi gerektiğini sanıyordu. Saygın o gün kendini yeryüzünden ayrılmış vaziyette hissetti. Eğer hayat gerçekten bazı dönüm noktalarından sonra hala eskisi gibi devam ediyorsa tekrar kendine geldi. Beyaz ışıklarla aydınlatılmak istenmiş ancak dökülen duvar sıvaları pek belli olmasın diye özellikle piyasadaki en kötü lambaları tavanına asılmış hastane odasındaydı. Ağrıdan kendinden geçtiği ve bayıldığını söylemiş olsalar da onlara en son hatırladığı şeyin yeryüzünden ayrılmak üzere olduğundan bahsetmedi. O kadını bir daha hiç görmedi. Acıyla kıvranırken orada mıydı onu da bilmiyordu. İlk defa bu kadar ezilmiş, küçülmüş adeta yok olmuştu. Her ilişkide biraz daha kalbinin kenarlarından içeri doğru eridiğini, küçüldüğünü veyahut tarif edilecek olursa katılaştığını, atmadığını hissediyordu.

Başka birinin kapısına kadar gitmişti ama kadın oralı bile değildi. Naz yapmış, Saygın'a ne gel demiş, ne de gelme demişti. İnanmamıştı o da, kalkıp bir otobüs, bir metrobüs, tekrar bir otobüs, aktarmalı sayılacak iki tramvayla gidilebilen yere birkaç şiir aralığında, kulağındaki şarkılarla ve büyük umutlarla gelmişti bile Saygın. Kadın işte o zaman ciddileşmiş ve küçümser bir kahkahayla dalga geçerek ret etmişti. Saygın dönüş için gardı düşmüş bir biçimde metroda banklara oturmuştu. Önce kazağının kollarını sonra gömleğinin düğmelerinin arasından kendini yoklamıştı. Paçaları gözünün önündeydi. Hala oradaydı. Bir şeyler değişmişti ve o an kalbinin göğüs boşluğunda olmadığı adına iddiaya girebilirdi.

Kadına almış olduğu çiçeği yanına bırakmış, tatlı kutusunu açıp iki dilim yedikten sonra parmak uçlarını yalarken ve boğazına takılan şerbetli hamuru çiğnerken göz bebekleri sanki arkaya doğru devrilmiş ve yüzündeki kaslar çenesi ile yavaşça hareketlenmişti. Duruma karşı kayıtsız sanılabilirdi. Delirmiş bile olabileceği akla gelebilirdi. Ya da hezimetin hiç yaşanmamış gibi düşünerek üstünü örtme isteği bile olabilirdi bu son tatlıyı yiyişi. Gelip geçen insanları izlemiş, yedi sigara içmiş on sekiz tramvay saymıştı. Demir raylarda sürtünen treninin tekerlerinin çıkardığı metal sesi başını şişirip kocaman bir balon yapana kadar orada bekledi. O sırada oradan geçenlerin bu kadar büyük bir kafanın dünyanın hiçbir yerinde görünmediği üzerine birbirlerini uyardıklarını düşündü. Ağrı kalbinde mi, midesinde mi yoksa başında mı bilemedi. Gözleri doldu o gün, ağladı orada, hiç görmediği sadece telefonda birkaç hafta konuştuğu bir kadını sevebildiği için kendinden utandı. İçine sevilme ihtiyacını koyan onu hiç sevmeyenlere lanet etti. Sevgiyi insanların keyfine bırakan Tanrı'ya sebebini sordu. Kustu. Önünde biriken kusmuk içindeki tatlı parçalarını gördü.

Gülümsedi. İlk gelen tramvayın içine doğru çekilen bedenini hissettiğinde hala oyunun içinde olduğunu gördü. Evine gitti Saygın. Önüne ilk çıkan kadını sevme aşamalarını türlü hokkabazlıklarla atlayıp nikah masasına oturacağı yarının bir an önce gelmesi için uyudu.

SAYGINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin