I

690 62 43
                                    

Güneş ta en tepedeydi, hava bir nisan ayı için fazla sıcak ve nemliydi. Parmaklarını göğe doğru kaldırıp, hareket ettirdi. Bugünlerde havanın bu kadar sıcak olması iyiye alâmet değildi, kuraklık baş gösterirse hem hayvanlar hem de halk kıtlıktan muzdarip olacaktı.

Veliaht prens elini yavaşça indirirken mahzun bir hâl çöktü yüzüne. Sesli bir şekilde iç geçirirken, eğdi bakışlarını. Babası gibi olamamaktan korkuyordu, onun gibi güçlü, halkının ihtiyaçlarını karşılayan ve onların isteklerini gözeten bir kral olamayacak olmaktan korkuyordu.

"Ne düşünüyorsunuz prensim?"

Seungcheol kafasını iki yana salladı. "Kuraklık çıkar mı dersin Seokmin?"

Seokmin, veliahtın duymaktan hoşlanmayacağı kelimeleri söylemek istemiyordu ancak yalan söylemenin lüzumu yoktu. Yavaşça kafasını salladı. "Öyle gözüküyor, majesteleri ama umuyorum ki Mayıs ayı bize uğur getirecektir. Kral bu yıl adaklarında her zaman olduğundan daha cömert davrandı, Tanrı bizden yağmurunu esirgemeyecektir."

"Umarım," diyen Seungcheol'ün sesi oldukça dingin çıkmıştı. Daha fazla kelime etmedi.

Bakışlarını vadiye çevirdi, buraların parlak yeşilliğinin yok olmasını istemezdi, çocukların oyun alanının boş bir toprak araziye dönmesine gönlü razı gelmezdi. Kendisinin de çocukluğunda oynadığı yeşilliğin tıpkı çocukluğunda olduğu gibi parlak, cömert bir yeşil olmasını istiyordu.

Belki birkaç yıl içinde kendi çocukları da burada koşup oynayacaktı, onları bundan mahrum etmek istemiyordu. Bahar ayında yapılacak olan kraliyet şenliklerde her yerin kuru dallardan oluşmasını değil, renk renk çiçeklerle dolmasını istiyordu.

Gölün ne kadar kuruduğunu kontrol etmek için gölün maviliğine çevirdi bakışlarını. Ancak gölün derin maviliğinden daha dikkat çekici olan şeyi görmesi ile gözleri kısıldı. O da neydi? Gözlerini kısarak daha net bir görüş kazanmaya çalıştı. Nemli hava o kadar sarsıcıydı ki bunun görüşünü engellediğini, aynı zamanda adeta serap görmesine neden olduğunu düşündü.

Gölün ortasında, güneşin ta en tepeden vurduğu, belden yukarısı, güneşin ışınları nedeniyle parlayan, altın renkli saçlı kişi de kimdi? Seungcheol gördüğü şeyin gerçek olmasına ihtimal vermedi. Bu yaratık kutsal kitaplarda anlatılan bir melek ya da bütün masallarda ortaya çıkan bir peri olmalıydı. Gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Bir erkeğin belden yukarısı bu kadar zarif olmamalıydı, eğer yuvarlak ve şişkin göğüslere sahip olsaydı herhangi bir kadından farkı bile kalmayacak olan adam kulaklarının arkasına ıslak, sarı saçlarını sıkıştırdı. Uzun sarı saçları ensesine doğru uzanıyor, hafif dalgalar halinde dökülüyordu. Figürü çelimsizdi ancak rahatsız edici bir görüntü değildi; aksine altlara indikçe daralan beli insanın nefesini kesiyordu. Seungcheol içten içe meleksi yaratığın tenini yalayıp geçen suyu ve güneşi kıskandı.

Oğlanın gölün içinde süzülmesini izlemek en keyifli, saray oyunlarını izlemekten bile daha zevkli gelmişti. Seungcheol, bütün gün bu meleğin suya girip çıkmasını izleyebilirdi.

İçinde bir anda yanmaya başlayan arzuya engel olamadı, onu söndürmek gibi bir niyeti de yoktu. Şu anda ta en derininde hissetmiş olduğu bu duyguya aşina değildi. Ne karısı ne de sarayın geri kalan cariyeleri onu bu kadar cezbetmemişti. Bir erkeğe ilk görüşte bu denli bir şehvet beslemesi normal miydi? Gördüğü güzelliğin bir ölçütü olan varlığın gözlerini ondan ayırdığı anda yok olacağından korktu. Göğsü inip kalkarken göz bebekleri genişledi. Kusursuz olan varlığa verilen ismi merak etti, ona dair her şeyi öğrenmek istedi. 26 yaşındaydı, 16 değil ancak şu an kanı delicesine hızlı kaynıyordu. Hiç böyle hissetmemişti, adeta tenini kavuran hisle boğazının kuruduğunu hissetti, ne kadar yutkunsa bile geçmedi. Kurumuş dudaklarını ıslatırken Seokmin'e çevirdi bakışlarını.

Just the two of us/ Jeongcheol ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin