4. Bölüm ''Panik Atak''

237 15 0
                                    

Beklenen bölüm geldii.Bu bölümü Willamette Stone grubunun en beğendiğimiz şarkılarından olan I Never Wanted To Go eşliğinde yazdık.Biz çok eğlendik ve beğendik.Sizce Poyraz aptal aşığımız Rabia'ya ne dedi?Tahminleri alalııım.Vote ve yorumları unutmayalıııım,bir dahaki bölüme görüşmek üzereee. :D

Rabia'nın uykusu çok derindi. Bu yüzden içeri odada, köşedeki mavi sehpanın üzerinde ki telefonu duyması çok, çok zor bir ihtimaldi. Ancak Özge, Rabia'nın tam aksine hafif uykusu olan, ufacık seste uyanan bir insandı. Sadece çok yorgun olduğunda biraz daha derin uyur ama ısrarla çalan telefonu geçte olsa duyardı. Ki duydu da, uykusunun en tatlı yerinde sevimsiz bir telefon melodisiyle yatağından uzaklaşmak istemiyordu. Bu yüzden karşı koltukta yorgana sarılmış olarak Rabia'ya seslendi:

-Ya Allah aşkına kalk şu telefonuna bak, uyuyamıyorum!

Rabia uyanır gibi oldu ama Özge'yi duymamazlıktan geliyordu. Bu sırada telefon hala ısrarla çalmaya devam ediyordu. Özge şansını bir kez daha denedi:

-Rabiaa! Kime diyorum ben?! Kalk bak şu telefonaa!

Rabia tek gözünü araladı ve;

-Ya çalar çalar susar zaten kim arayacak bu saatte, uyumana bak sen.

Rabia böyle deyince Özge'de telefonu duymamaya çalışıp uyumaya devam etti. Telefonda susmuştu zaten. Aradan 10-15 dakika geçmişti ve ikiside uykuya tekrar dalmışlardı. Ancak telefon yine uykunun en tatlı yerinde çalmaya başladı. Özge sinirlenmeye başlamıştı. Koltuktan aşa eğilip eline geçirdiği ilk yastığı kaldırdı ve son derece hızlı bir şekilde Rabia'ya attı. Rabia bağırarak uyandı:

-Napıyosun be? Kafayı mı yedin uyuyoruz şurada!?

-Ben başka bişey yapıyormuş gibi mi görünüyorum, git bak şu lanet olası telefonuna!

İkiside uykusundan bu şekilde uyandırıldığı için sinirliydi. Rabia daha fazla uzatmadan zorda olsa yattığı yerden kalktı ve uykulu bir şekilde içeri odaya gitti. Oda son derece karanlıktı ve odanın köşesinde duran telefonun ışığı gözünü alıyordu. Işık görmüş yarasa gibi telefona yaklaştı. Kimin aradığına bile bakmadan açtı telefonu:

-Bu saatte arayacak kadar ne derdin var kardeşim ya uyuyoruz şurada!

-Rabia, Kevser ben.

(Kevser, tabi ki 'ABKÖRM'ün K sini anlamlandıran kişiydi. Aksaray'da PDR (Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik) okuyordu. Oda 2. sınıf öğrencisiydi ve lise yıllarından beri kızların annesiymiş gibi davranıyordu. Soğuk su içip hasta olma olasılıklarını bile düşünüyordu. Kızlarda bu durumdan memnunlardı ve zaten Kevser'e 'grubun annesi' lakabını vermişlerdi. Ancak daha çok Kev diyorlardı. Kevser için insanları dinlemek, onlara sorunlarında yardımcı olabilmek için bir şeyler yapmak hep çok zevkli gelmişti. Lise zamanlarında sınıftaki herkesin derdini dinlemiş ve yardımcı olmaya çalışmıştı. Bu yüzden de PDR tamda onun için olan bir bölüm gibi duruyordu. İleride mezun olup iş hayatına atıldığında büyük kahve rengi gözleri ve uzun kirpikleriyle insanlara ilk bakışta sevgi yansıtacağı ve bembeyaz tenine bakıldığı zaman insanların içini ferahlatacağı için hastaların şanslı olacağı şimdiden belliydi. Ancak Kevser'in PDR okumasında ufak bir sorun vardı. Panik atağı vardı ve herşeyi kafasına takan bir insandı. Panik atak geçirdiği zamanlarda istemsiz bir şekilde o güzel gözlerinden bembeyaz tenine damlalar süzülüyordu. Boyu gibi, saçları da uzundu. Ancak ağladığı zaman gözleri, teni ve hatta kızıl uzun saçlarına rağmen çirkinleşiyordu, her kadın gibi. Bilirsiniz, her ne olursa olsun ağlamak hiç bir kadına yakışmaz.)

-Bir sorun mu var? Neden bu saatte bu kadar çok aradın Kev? İyisin değil mi?

-Evde yalnızım ve panik atak geçirdim. Ne yapacağımı bilemedim telefonu elime aldığımda da seni aramışım işte.

''ABKÖRM''Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin