yurdun bahçesindeydim. öğle saatleriydi ve giriş kapısının yakınlarında oturup minho'yu bekliyordum. bugün normalde gelmesi lazımdı, bu kadar geç kalacağını da düşünmemiştim. yine de sabırla bekliyordum.
ufak taşları tekmelediğim ayaklarıma bakıyordum. gelmediği her dakika moralim daha çok bozuluyordu. daha birkaç ay önce ona karşı nefret hissederken şimdi yolunu gözlemem çok garip geliyordu.
yere bakarken yanıma gelen yeonjun'u fark etmemiştim. "selam." dediğinde korkmuş bir ifadeyle yüzüne baktım.
"selam."
"kimi bekliyorsun? kötü de görünüyorsun zaten."
"minho'yu."
"nerede ki o? hiç görmedim."
"annesinin yanındaydı."
"anladım."
verdiğim net ve kısa cevaplar yüzünden bir süre sessiz kaldı. yüzüme, yurt odalarının camlarına, ağaçlara bakındı. ben ise sadece kapıya bakıyordum ve iç çekerek sabırlı kalmaya çalışıyordum.
elindeki elmayı sallayarak, "cama atsam ne olur ki?" diye sordu. garip bir ifadeyle yüzüne baktım. deli olduğuna inanmaya başlıyordum.
"masrafını sen ödersin."
"en fazla ne kadardır ki?"
"ne bileyim ben?"
daha lafımı bitirmemi bile beklemeden elindeki elmayı, geriye doğru gerinerek tüm gücüyle orta katlardaki camlardan birine attı. cam kırılmıştı ve herkes yeonjun'la bana bakıyordu.
"salak mısın yeonjun?"
"eğlence çıktı işte."
elmayı attığı camdan ikimizin de tanımadığı biri, elinde elmayla bize bakıyordu. çocuğun kafasının şiştiği uzaktan bile belliydi ama elma hâlâ sapasağlamdı. tas kafalı.
çocuk birden elindeki elmayı bizim olduğumuz yere sertçe attığında yeonjun kahkaha atarak kaçtı. yeonjun'a bakarken kafama aldığım darbeyle yalpalayarak yere düştüm. yeonjun da dahil etraftaki herkes bana bakıp gülüyordu. benim ise canım acıdığı için hiç de gülecek durumda değildim.
hâlâ yerde otururken duyduğum tanıdık ses bile kafamı kaldırıp bakmama yardımcı olamamıştı. büyük ihtimalle başım şişmişti. acıdan ağlamamak için uğraşıyordum.
"hyunjin!"
minho yanıma eğilip başımı gizlediğim ellerimi tuttuğunda akan gözyaşıma hakim olamamıştım. şişmiş başıma kendi elini koyup diğer eliyle de gözyaşlarımı siliyordu. "iyiyim." diye sayıkladığımda beni güçlükle ayağa kalkırdı.
tam yanımızda gülen yeonjun'a hiç hayra alamet olmayan bir bakış attıktan sonra dikkatli adımlarla yurda girdik. ilk gittiğimiz yer ilk kattaki tuvaletti. elimi yüzümü yıkayıp az da olsa kendime geldikten sonra minho'nun yüzüne baktım. bana sorgulayan gözlerle baktığı için o sormadan olayı anlatmaya başladım.
"sonra da çocuk elmayı geri attığında yeonjun kaçınca ben kurban gittim işte."
"yeonjun'u geberteceğim. sana dememiş miydim onunla samimi olma diye?"
"benimle konuşan oydu. hem neden bana laf ediyorsun?"
hiçbir şey demeden yüzüme baktı. titreyen gözlerine baktığımda kendimi çok suçlu hissetmiştim. iki hafta sonra buraya geldiğinde hemen onu sinirlendirmiştim ve asla istediğim bu değildi.
birden bana sarıldığında kollarım havada kaldı. çok sıkı sarılmıştı ve yakın olduğumuz zamanlar bile böyle sarıldığını hatırlamıyordum. kollarımı tedirgince ona sardım.
"kötü bir şey olduğunu hissettiğim için koşarak yurda geldim." dediğinde yurdun arka kapısından girip oradan yanıma kadar koşarak geldiğini anlamıştım. "hislerimin doğru çıkmasından nefret ediyorum." diye ekledi.
"teşekkür ederim."
bir şey söylemek yerine saçlarıma içten bir öpücük bıraktı. karnımda uçuşan kelebekler beni havalandıracak sanmıştım o an, çok farklıydı. yüzümü omzuna iyice gömdüm ve daha da sıkı sarıldım. kokusunu bir daha alamayacakmışım gibi içime çektim.
---
saat gece iki sıralarıydı. minho ve ben uyuyamamıştık ve ranzanın üst katında yan yana oturuyorduk. başım minho'nun omzundaydı, o da başını benimkine yaslamıştı. bazen alıp verdiği derin nefesler yüzünden saçlarım titriyordu.
"hyunjin." fısıldayarak adımı seslendi. sessiz kalmaya çalışarak cevap verdim. "efendim?"
"bana karşı içinde en ufak bir nefret bile yok, değil mi?"
sorusuyla donup kaldım. bir süredir beraber çok yakındık ve buna rağmen hâlâ böyle düşünüyor olması beni üzmüştü.
"tabii ki yok min, olsaydı şu an omzunda yatıyor olmazdım."
cevabım ona mantıklı gelmiş olacak ki, hafifçe başını sallayıp onayladı. sessizliğimiz kaldığı yerden devam ederken tekrardan onun sorusuyla bölündü.
"kafan hâlâ acıyor mu?"
"hayır, daha iyi." dedim bir yandan da kafamı sallarken.
söylemek istediği bir şey varmış gibi görünüyordu. aslında zorlamak istemiyordum ama merakıma her zaman yenik düşmüşümdür.
"söylemek istediğin bir şey mi var minho? art arda sorular soruyorsun."
derin bir nefes alıp verdi. "hayır, yok. olsa senden gizlemem zaten."
"emin misin?"
bir süre konuşmadı. en sonunda başını kaldırıp bana doğru döndüğünde ben de ona baktım. gözlerimiz buluşmuştu.
"bana kızma." dediğinde kaşlarım çatıldı. söylemek istediği şey beni kızdıracak bir şey miydi? kötü bir şey mi yapmıştı?
"sana neden kızayım? söyle hadi." ona güven vermek için ellerini tuttum. birkaç saniye boyunca ellerimize baktıktan sonra tekrardan gözlerime baktı.
"bir süredir senden hoşlanıyorum. çok eski değil aslında ama... biliyorsun, içimde tutmayı sevmiyorum."
ellerimi titreten o cümlesinden sonra diğer dediklerini duymamıştım. kalp atışlarım o kadar hızlıydı ki, uyuyan kişileri uyandıracağımı sanmıştım. ağzımdan bir nefes vererek dişlerimle gülümsedim.
"söylememiş miydin?"
"doğru, özür dilerim."
ikimizin de gözleri titriyordu ama şu an onun gözlerinde bambaşka bir parlaklık vardı. daha önce kimsenin gözlerinde görmediğim kadar güzeldi.
benden bir cevap bekliyormuş gibi görünüyordu. yutkundum.
"ben de."
"ne?"
"ben de senden hoşlanıyorum min."
bir eliyle çığlık atmamak için ağzını kapattığında gözleri doluydu. onu öyle görmek yüzümde kocaman bir gülümseme oluşmasını sağlamıştı. elini ağzından çektiğinde onun da benim gibi gülümsediğini fark etmiştim.
"hyun..." titreyen sesiyle adımı söylediğinde gözlerim doldu.
"benimle çıkar mısın?"
-----
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kyk yurdu | hyunho
Fanfictionminho: bu nasıl yurt amk çöpte kalsam daha iyi vakit geçiririm araları uzun süredir bozuk olan minho ve hyunjin, kayıt oldukları yurtta oda arkadaşı olurlar. (küfür&hakaretten rahatsız olanlar okumasın) »yarı texting #1 - hyunho