Bugün Sırma'nın güzellik öğütlerine uyarak plaja gittik. Kendimize gözlerden ırak, kuytu bir köşe bulup yerleştik. Sonra Sırma, "Akdeniz gezisinin tek bembeyaz vücutları olmak istemiyorsak, bir an önce yanmaya bakmalıyız," diyerek çantasından kremler çıkarmaya koyuldu. "Ay, şimdi vıcık vıcık olacağız," diye yakındım."Akıllım, artık kremleri jel gibi yapıyorlar, hem seni güneşin zararlı ışınlarından koruyor hem de hafif olduğundan yağlı yağlı kalmıyorsun."
O, uzun uzun yeni kremlerin erdemlerini anlatırken, ben de gözlerimle etrafı tarıyordum.
"Ne o, beni dinlemiyor gibisin. Cüneyt'i mi bekliyorsun yoksa?" "Yoo..." dedim zayıf bir sesle.
O ise bir yandan özenle burnuna krem sürerken, bir yandan da, "Bu saatlerde gelmez o," dedi. Sonra, "Ay, dün Cüneyt'i görünce nasıl da kızardın... pancar gibi oldun," diyerek gülmeye başlamaz mı...
"Hadi ordan, hiç de kızarmadım bir kere." "Artık bizim Serra kızımıza da birilerini görünce bir haller oluyor, kızarıp bozarıyor," diye benimle dalga geçmeyi sürdürünce, bir avuç kum alıp, "Susar mısın sen," dedim. "Bu kumları o yağlı vücuduna serpersem, görürsün benim kızarmam nasıl oluyormuş."
"Peki peki, sustum," diyerek hemen ciddileşti. Tabii, aklı gitti özene bezene yağlanmış vücudu kumlanacak diye. Yaa Sırma Hanım, işte ben de böyle korkuturum seni...
Birden, "Ama, Serra, bak kim geliyor," dedi gerilere doğru bakarak.
"Hadi ordan, beni işletemezsin."
"Valla..."
Ona inanmamama karşın yine de geriye dönüp baktığımda Cüneyt'i görmez miyim... Lacivert şortu ve lacivert beyaz tişörtüyle pek şıktı.
Yüreğim hopladı, resmen yüreğim hopladı.
Ve yine kilolarımdan, bembeyaz vücudumdan, yağlı vıcık halimden çok ama çok sıkıldım. Ne zaman şöyle kendimi beğenerek, kendime güvenerek davranabileceğim, Tanrım? O güzel, alımlı kızlara öyle imreniyorum ki...
"Bakıyorum erkencisin," diye seslendi Sırma.
"Burada olacağınızı tahmin ettim de ondan," diye yanıtladı kalbimin efendisi.
Sırma bana anlamlı baktıktan sonra, "Ben yüzmeye gidiyorum," diyerek denize koştu. Anlayacağın bizi baş başa bırakıyordu cici kız.
Cüneyt'in, "Serra, seninle deniz kıyısında yürüyelim mi?" sorusu üzerine, ok gibi fırladım yerimden. Sırtıma havlu ceketi de geçirince, kendimi daha bir güvende hissederek Cüneyt'in yanı başında yürümeye başladım.
Dalgaların köpükleri kumlara çarpıp çıplak ayaklarımızı ıslatıyordu. Kumsalda yürümeyi öyle seviyorum ki... Hele de Cüneyt'le olunca.
Bir süre sonra bana doğru eğilip, "Hoş geldin," dedi yumuşacık bir sesle. Gülümsüyordu.
"Hoş bulduk," dedim ben de onun gözlerinin içine bakarak. "Dünkü karşılaşmamızı saymıyorum."
"Ben de..."
"Seni görmek için sabırsızlanıyordum. Tümay da, hadi gidip Serra'yı görelim, deyince kalkıp geldim."
"Çok da iyi ettin." Sonra da kendimi tutamayarak güldüm. "Bizimkiler seni nasıl da esir almışlardı ama..."
"Yok canım, o kadar da değil."
Çok kibardır kendileri.
"Sahi, annen nasıl?"
"İyidir."
Bir süre daha sessizlik içinde yürüdük. Garip değil mi, konuşacak laf bulamıyordum. Oysa, İstanbul'da Cüneyt'le buluşunca şunu anlatacağım, bunu anlatacağım, diye neler neler düşünmüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kendi Ayakları Üstünde
ChickLitBir Genç Kızın Gizli Defteri 3 Lise yılları sona eriyor... Gelecekle ilgili doğru kararlar almak gerek. Hangi meslek? Hangi üniversite? Büyümek seçim yapmak demek.... Kendi ayaklarının üstünde durabilmek için sorular sormak, düşünmek gerek. Serra il...