Karantina
.......Sanırım dışarıda bir felaket çıkmıştı, başka hiçbir açıklama kapımın ısrarla çalınmasını açıklayamazdı bana. Ramazan davulcusu da olabilirdi ama ramazan ayında değildik. Seçeneklerim hemen tükendi.
Yatağımdan kalkıp açılmayan zihnimle ilk önce panduflarımı giydim, ilk gördüğümde tatlı desenleri beni benden almıştı. Merdivenleri inerken hafif bir ses çıkartıyordu ki buna bayılıyordum. Salonumu geçtiğimde dış kapıya ulaştım.
Yan komşum elindeki tuhaf nesneyle gülümseyerek bana bakıyordu.
“Günaydın.” Kadının sesindeki neşe o kadar elle tutulabilirdi ki kuş cıvıltıları duyduğuma yemin edebilirdim. Tabi bunun olmamasını tercih ederdim, aksi takdirde alerjim bir süreliğine bana yatılı kalmaya gelirdi.
“Günaydın.”
Dudaklarımı iki yana kıvırarak gülümsemeyle karşılık vermeye çalıştım. Bu işte iyiydim, mutlu bile olmasam mutluymuş gibi gülümser karşımdaki kişiye bunu asla belli etmezdim çünkü sonrasında sorulacak sorularla uğraşmak istemiyordum. Başarılı olduğum, kadının daha da artan gülümsemesinden belliydi fakat mor göz altlarım beni ele vermişti. Ne yaparsın?
“Seni uyandırdım mı? Üzgünüm normalde doktor olduğundan gece nöbeti tutarsın diye saatlere dikkat ederim ama saat ikindiye gelince uyanıksındır sandım. Arabanı garajda görünce hemen bir kek yapıp sana da getirmek istedim umarım seversin.”
Tuhaf nesne bana yaklaştığında yuvarlak bir tabağın görünümünü aldı. Sarı tabak, üzerindeki papatyalarla bir bütünlük oluşturmuştu ve tam ortasında yer alan kek bütün ihtişamıyla (üzerindeki soslarla) duruyordu. Kek tabağını özenle aldım, yüzümdeki gülümseme bu sefer samimiydi.
“Teşekkür ederim Yağmur abla zahmet etmişsin.” Kadın elini önemli değil dermişçesine salladı. “Lafı bile olmaz hadi içeri geç de üşütme, hava soğuk ama sen incecik giyinmişsin. Afiyet olsun canım.” Anaç tavırları gözlerimi doldurmuştu. Tabi bu duygusallık, içeriye girene kadar sürdü.
Salonla birleşik mutfağımdan tabağın rengine uygun bir çatal alıp şöminenin önüne oturdum.
“İçecek olsa güzel olurdu.” Tabağı gri tüylü halımın üzerine koyup tekrar mutfağa girdim. Annem her zaman akılsız başın cezasını ayaklar çeker derdi, zavallı ayaklarım. Düzenli olmayı seven biri olmasam da mutfağım dağınık değildi, yalnızca ada tezgâhın üzerinde birkaç market poşeti vardı. İçinde bozulacak bir şey olmadığından şimdiye kadar kaldırmamıştım ve büyük ihtimalle de kaldırmayacaktım.
Dolaptan şeftali aromalı soğuk çayı alıp geri kapattım. Acaba evde buz var mıydı? Kendime bu konuda güvenim olmadığından buzluğa bakmaya gerek duymadım, içeri girecekken dolabın kapağına yapıştırdığım ve yılın ilk günü hazırladığım liste gözüme takıldı.
Belki de şubat ayında hazırlamıştım, güncelleme yapmadan bir sonraki yıl yine kullandığımdan hatırlamıyordum. Planlar yerine getirilmediği için düzenlememe genellikle gerek kalmazdı. O yüzden ocakta mı yoksa şubatta mı hazırladığımı hatırlamıyorum, en son yıllar önce yazmıştım.
Kâğıdın sararmış birkaç köşesi bana muzipçe göz kırptı. Gezmeyi severdim ve listede de gerçekleştirdiğim tek aktivite bu olabilirdi. Son gittiğim yerin üstünü çizip altına yazmak için bu yıl tatile nereye gitmem gerektiğini düşündüm. Belki bir Mısır tatili gördüğüm kabuslar için faydalı olabilirdi.
Yanıma bolca böcek spreyi ve birkaç mini vantilatör de alırsam o sıcakta hayatta kalırdım. Bunu sonrasında detaylıca düşünecektim.
Frambuazlı keki yerken telefonumu kontrol ettim. Hastaneden birkaç mesaj, Boyunduruk’ tan hem mesaj hem arama (ona geri döndüğümde açmadığım için beni öldürecek), annemden ise yalnızca arama vardı. Bir yerden başlamam gerektiğinden telefonu kulağıma götürüp annemin açmasını bekledim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nzambi
Science Fiction"Ne tür bir virüs bu böyle?" "Öldüğünde bunu anlayamayacağın türde bir virüs." Dolunay