jungkook
Zihnim oyunlar oynamayı severdi benimle.
Kaşlarımı çattığımı bilmeden izlediğim boş zeminler ve uzak tavanlarda, kulaklarım, etrafımdaki gürültüye tıkanırdı. Duyamadığım, göremediğim, dokunsalar hissedemediğim bir boşluğa sürükleniyor gibiydim. Kafamın içine yavaşça çekilip alıkonulur, kendime geldiğimde korkunun damarlarımda kol gezindiğini hissederdim zira bilirdim, yapabileceğimi.
Bazen zihnim bana oyunlar oynamayı gerçekten seviyordu. Kapatmadığım gözlerimin önüne sanki bir perde çekip kurguladığı kısa filmlerin derlemesini gururla sunuyordu. Bir sabah antremandan önce sahanın birkaç metre ötesindeki kayalıklara tırmanıp aklıma kazınan tüm geçmişim ve hayatımdaki insanlar dalgalar arasında belirirken vücudumun suyun dibine doğru çekildiğini izliyordum mesela. Bedenimle olan tüm derdim, buz gibi suyun içinde can çekişirken uçup gidiyordu. Nefes alıyordum.
Bir akşam eve döndüğümde salondaki koltuğa devrilip uyumak yerine banyoya girip okulda halletmiş olmama rağmen bir kez daha duş almak için küveti doldurduğumu, elimde bir çakmak ve çıkarmadığım giysilerimle suya girdiğimi düşünüyordum. Aklım kayıyor, gözlerim bulanıyor, boğazımda yeniden o iğrenç tadı hissettiğim anda ellerimin hakimiyetini kaybediyordum. Küvetin yanındaki dolapta, annemin sabun kesmek için kullandığı küçük bıçağa uzanıp çakmakla ısıtıyor, sonra hepsine bir son veriyordum. Artık midem bulanmıyordu, canım yanmıyordu.
Gök gürledi. Ne zamandır peşinde koştuğumu bilmediğim toptan gözlerimi ayırarak etrafıma bakındım. Sahayı aydınlatan dört ışık kaynağından yalnızca biri çalışıyor, dalgaların kıyıya öfkeyle çarparak çıkardığı sesler yankılanıyordu. Sırılsıklam olmuş hırkamın kapşonunu başımdan indirerek hala tribünde oturmaya devam eden Jimin'e döndüm. Siyah şemsiyesini, kendine çektiği dizleri arasına sıkıştırmış, montuna sarılarak kıstığı gözleriyle beni izliyordu. Ona evine dönmesini defalarca kez söylememe rağmen gitmemişti ve kafam, onun için eve giremeyecek kadar buğuluydu.
Ben yeniden kale direğine çarparak duran topa yöneldiğimde çakan şimşekle etraf birkaç saniyeliğine aydınlanmıştı. Çok geçmeden sert bir gökgürültüsü ve hızlanan yağmur damlaları onu takip etti. Koştum. Zihnim dursun, tek kelime konuşacak halı kalmasın diye daha hızlı koştum. Dört kere ayağım kaydı çamurda, bir kere dizimin üzerine düştüm. Kanadığını hissetsem de umursamadım ama kafamın içi susmadı. Aklımı kaybedecek gibiydim, bir an gerçekten kaybetmeyi diledim de.
Nihayetinde kulaklarımı dolduran sahanın demirlerinin yağmuru delip geçecek sesle sallanması oldu. Topa vurmaktan son anda vazgeçerek ayağımın altına aldım ve başımı çevirip Jimin'in açtığı kapıya baktım. Biri daha vardı. Siyah şemsiye onun elinde, omuzlarından yukarısını kapatacak şekilde duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
venomous for all, salving for you
Fanfictionhissettim bebeğim onlar seni hiç hak etmedi gel buraya dünyaya zehirken sana merhem olayım ocak 2023 | rosegguk