Sanıyorum elimi yaktım. Banyodaki suyun sıcaklığı ayarlanamıyor. Sıcaklık bir artıp bir azalıyor. Bugün sanırım daha öncekine göre daha sıcaktı su. Elim ve omzumda güneş yanığına benzer bir his var.
Güzel Sanatlar Sarayının hemen ilerisindeki bir kafedeyim. Kahvaltı edeceğim. Kahvaltıdan sonra yeni ayakkabı almam gerekiyor. Dün giydiğim ayakkabı, iki yerinden yırtıldı. Teotichuan'da geçirdiğim gün boyunca bol bol yürüdüm, ve tırmandım. Ayakkabılarım zaten genel olarak, benim tempoma dayanamaz, en fazla bir yıl içinde ayakkabı değiştiririm. Bu sefer ayakkabım altı ay dayanmış oldu tempoma.
Türkiye'de Efes, Aspendos, Gordiyon, Kommenos gibi birkaç antik şehir görmüştüm. Gittiğim yabancı ülkelerdense sadece Çin'de bir antik şehir gezmiştim. Gördüğüm antik şehirlerin hepsinde benzer bir hava vardı. Herşeyden önce insanı büyüleyen bir sessizlik hissetmiştim her seferinde. Gordiyon gibi ben gezerken içinde kimsenin olmadığı antik şehirlerde de, Efes gibi, çok sayıda insanla birlikte gezdiğim antik şehirlerde de. İnsan aslında her zaman yanıbaşında olan bir şeyi, zamanı başka hiçbir zaman olmadığı kadar kuvvetli hisseder böyle mekanlarda. Ve her taşın her binanın, her resimin, her ayrıntının, yüzyıllar önce yaşanmış bir hikayenin bir parçası olduğu hissedilir.
Teotichuacan, Türkiye'nin bulunduğu coğrafyadan çok uzakta, bu coğrafyada gelişmiş medeniyetlerden 16. Yüzyıla kadar bağımsız kalmış bir medeniyetin kurduğu bir şehir. Belki de bu nedenle, daha önce gördüğüm tüm şehirlerden daha fazla şey anlatan, anlatmaya çalışan bir şehirdi. Elbette bunda bu şehrin Meksika'da kurulmuş olmasının da etkisi olabilir.
Şehir MÖ 200lerde kurulmuş ve 700lere kadar yani 1000 yıla yakın süre içinde insanlar yaşamış şehrin. Bugün şehrin ayakta kalan bölümleri genelde dini işlevi olan binalar. Bu binaların yanında rahiplerin kaldığı binalar ile şehrin Pazar yeri de ayakta.
Ancak sanırım yazıya devam etmeden önce en başa dönmek lazım. Dünkü yazımı bitirdiğim ana. Dün, yazımı bitirdikten birkaç dakika kadar sonra, otobüs şöförü Teotihuacan'a geldiğimizi söyledi. İndiğimizde önümüzde ağaçlık alanın ortasından bir yol vardı. İlerledik, antik kenti ziyaret için gerekli ücreti ödedik ve içeriye girdik.
İlk karşımıza çıkan, iki yanımızı saran dükkanlardı. Haritalar, kitaplar, siyah obdisyen denen taştan yapılan heykeller, piramit maketleri, heykel biçiminde flütler, ve kartal ile jaguar şeklinde ve söz konusu hayvanların seslerini çıkaran flütler. Jaguar ve Kartal, Aztekler, ve öncesindeki Orta Amerikalılar için kutsal hayvanlarmış. Bir şehrin en iyi savaşçıları, Kartal ve Jaguar savaşçıları olarak anılır, ve bu hayvanlar gibi giyinirlermiş.
Satıcılardan bir şapka ve harita satın aldım, şimdilik. İkisi de gün boyunca işime yaradı, o nedenle aldığıma pişman değilim. Nihayet satıcıların dükkanlarının bulunduğu bölgeyi geçince kente giriyoruz. Daha doğrusu kentin kalıntılarının kaldığı bölgeye. Bizi bir yazı karşılıyor. "Teotihuacan, insanların Tanrı olduğu şehir." Aztekler için bu şehrin kutsal olduğunu dün yazmıştım. Ancak şunu ekleyebilirim. Diğer tüm özelliklerinin ötesinde, Aztekler, bu şehrin, sıradan insanların Tanrıya dönüştüğü bir şehir olduğuna inanıyormuş. Şehrin ayakta kalan dört önemli yapısı var. Birincisi, şehir meydanı olarak anılan alan, ikincisi ve üçüncüsü Güneş ve Ay Piramitleri ve bu piramitlerin etraflarındaki meydanlar. Dördüncüsü ise Ölüm Yolu olarak anılan yol. Şehir meydanı ve Ay Piramiti, Ölüm Yolunun iki yanında, Güneş Piramiti ise yolun tam ortasında.
Tabii, şehir canlı bir şehirken, şehrin sıradan halkının kaldığı bölümler de varmış şehrin etrafında bugün bu bölümler yok, ya da en azından henüz keşfedilmemiş. İlk olarak şehre girdiğim noktanın hemen yanındaki şehir meydanına doğru yürüdüm. Meydanın etrafı duvarlarla çevrili. O nedenle önce merdivenlerden yukarı çıkmak ve sonra aşağıya inmek gerekiyor. Meydana çıktıktan sonra meydanın ortasındaki binaya doğru yürüyorum. Bina Güneş ve Ay Piramitlerinden sonra kentin ayakta kalan üçüncü en yüksek yapısı. Quetcoaztl isimli Tanrı için yapılmış bir tapınak bu bina. Quetcoaztl Yeşil Yılan olarak bilinen Tanrı, diğer Tanrılardan daha çok doğal güçlere hükmederken bu Tanırının insana özgü nesneleri, ve sanatları yarattığına inanılıyor. Örneğin insanların tarımı onun sayesinde öğrendiğine inanıyor. Çoğu Orta Amerika Tanrıları gibi, hem güzel hem korkunç. Temple Mayor'da olduğu gibi, iç içe birçok tapınak inşaa edildiği için, tapınağın piramidine tırmanıp öbür yakaya geçince, eski tapınağın girişini görmek mümkün oluyor. Giriş yılan resimleri ve figürleri ile kaplı. Quetcoaztl Yeşil Yılan olarak da biliniyor. Diğer tüm tapınaklarda ve burada, tapınağın önü kurban edilen insanların, diz çökmüş ve elleri arkadan bağlanmış iskeletleri ile dolu. Şehirde bir yandan normal yaşamın devam ettiğini insanların alışveriş yaptığını, çocukların oynadığını düşünüyorum. Bildiğimiz gibi olan, belki bizden farklı olmayan insanlar. Ancak, her an o insanların içinden bir grup seçilip kurban edilebilir. Acaba insanlar bunu nasıl karşılıyordu, diye aklımdan geçiyor? Normal bir olay gibi mi görüyorlardı? En azından yetişkinleri, kurban edileceklerini öğrenince, sakinliklerini koruyabiliyor muydu? Ya çocuğu kurban edilenler onlar ne düşünüyordu? Ne olursa olsun, yaşam, doğa, zaman ve ölüm iç içe geçmiş Meksika'da ve belki bu hala bir parça korunuyor. Örneğin ABD'de bir tür insanların korkarak ve eğlenerek geçirdikleri, Cadılar Günü'nün bir benzeri El Dia Del Muertos yani ölüler günü Meksika'da da kutlanıyor. İki günü yaratan inanç da aynı, Cadılar gününde ve Ölüler Gününde Ölüler Dünyası ile Yaşayanların Dünyası arasındaki kapının bir günlüğüne de olsa anıldığına inanılıyor. Kuzey Amerikalılar bugünü, korkarak geçiriyorlar, Meksikalılar ise, ölmüş yakınlarını düşünerek, onlarla bağ kurmaya çalışarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meksika Günlükleri
RandomArkadaşlar, öbür hikayemde de belirttiğim gibi Meksika'dayım. Meksika'da yaşadıklarımı yazıyorum. Dün yazdıklarımdan başlayarak paylaşacağım yaşadıklarımı.