1. BÖLÜM : KISIM 0
Karanlık çökeli saatler olmuştu. Normalde birkaç saat daha sürmesi gereken karanlık art arda aydınlanırken çıkardığı sesle uyandığım gibi kendimi soğuk yatakhanenin penceresinde dışarıyı izlerken buldum. Ayaklarım taştan zeminin soğukluğuyla sızlıyor, burnum Nirvan Şelalesi gibi akıyordu.
Aniden gelen aydınlık karanlığı yararken bahçede duran bir kişi dikkatimi çekti. Kabarık etekli, altın rengi bir elbise giymişti. Altın sarısı saçları bana bir yerden çok tanıdık gelse de çıkaramamıştım. Buğday rengi teni düşen yıldırımların aydınlığında parıldıyordu. Saf altından yapılmış bir heykel gibiydi. Tek farkı hareket etmesiydi. Ellerini yavaşça yukarı kaldırıp aşağı indirdikçe yıldırımlar düşüyor, etraf gündüz gibi oluyordu.
Ne kadar süre onu izledim bilmiyorum ama yıldırımlar onun emrinden çıkmıyor gibiydi. Garip bir şekilde gözlerimi ondan alamadığımı fark ettim. Kendimi başka yöne bakmaya zorluyordum ama yapamıyordum. Gözlerimi kırpamıyordum bile. Her ne kadar büyüleyici bir görüntü olsa da gözlerim acımaya ve yanmaya başlamıştı. Ellerimle gözlerimi kapatmayı denediğimde bahçeye düşen yıldırım sayesinde gözlerimi kapatmayı başarmıştım. Rahatlamayla tuttuğum nefesimi de verdim. Tam geri pencereden dışarı bakmıştım ki bir çift sarı gözle karşılaştım. Bahçedeki kadın aniden arkasını dönmüş ve bana bakmaya başlamıştı.
Bu gözler bir insana veya hayvana ait olamayacak kadar dehşet vericiydi. Kana susamış bu gözler masumiyet denen şeyin zerresini barındırmıyordu.
İçimi hızla dolduran korku ile kendimi geriye attım. Kalbim hızlı bir biçimde çarpıyordu. Bir süre yerde kendimi sakinleştirmeye çalıştım ancak bahçeye düşen yıldırım tüm çabalarımı boşa çıkarmıştı. Yıldırımın sesi kulaklarımın içini doldururken kafamda bir ses daha belirdi. Beni bahçeye çağıran bu ses kraliçenin sesine çok benziyordu.
Sesin cazibesine dayanamayarak yerden hızla kalktım ve yatakhanenin kapısına yöneldim. Çıplak ayaklarımın taş zeminde çıkardığı ses yatakhanede yankılanıyordu. "Ne yapıyorum ben?" diye söylendim kendi kendime. Dışarı çıkmamam gerekiyordu. Çünkü yasaktı. Ancak yıldırımlı bir havada pencereden dışarı bakmıştım, yasak olmasına rağmen. Belki de bugün yaptıklarım yüzünden cezalandırılacaktım ama merakımı gidermezsem bu benim için daha kötü olacaktı.
Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes alarak kulpları kavradım. Ancak aşağı indirirken kulplar yarısında takılmıştı.
"Hayır, hayır." Kapıyı defalarca zorladım. Ancak açılmıyordu. "Lütfen açıl. Lütfen, lütfen, lütfen..." her ne kadar zorlasamda kapı açılmıyordu.
Etrafıma bakındım. Başka bir yerden çıkmalıydım. Oda bir kez daha aydınlandığında açık kalan bir pencere gördüm. Ona doğru yöneldiğimde arkamdan kapının açılma sesi geldi. Olduğum yerde kaskatı kesildim.
Burnuma gelen ıslak toprak kokusu biraz olsun rahatlamamı sağlasa da birkaç dakikadır olduğum yerde dikiliyordum. Ayaklarım zeminin soğukluğuyla sızlıyordu. Sonunda cesaretimi toplayıp arkamı döndüğümde kapıda birisinin durduğunu gördüm.
"Kimsiniz?" diye sordum bir adım gerileyerek. Bir şey demedi. Karanlıktan dolayı yüzünü seçemiyordum. Ancak onun etkisine girmem uzun sürmedi. Bana doğru bir adım yaklaştığında nefesimi istemsizce tuttum.
"Kimsiniz acaba?" diye tekrar sorduğumda derin iç çekişini duydum.
"Kaderin." Bıkkınlıkla gelen ses onun olmalıydı. Aniden ortam aydınlandığında gördüğüm şeyle şoka uğradım. Hızla koşarak yanından geçtim.
Bu yüzü tanımıştım. Karanlık efsanelerde geçen yüzdü bu! Ancak beni dehşete düşüren şey bu yüz değildi. Evet, sarayda olmaması gerekiyordu ama beni en çok korkutan omzunun üstündekiydi. Omzundaki şeyin gözleri ruhumun en derinini görmüş gibiydi.
O parıltısı...
"Bu gerçek olamaz! Hayır, bu gerçek değildi? O halde rüyada mıyım? Uyanmak istiyorum!" saçlarımı kökünden tuttuğumda delirmek üzereydim. Bu gerçek olamazdı! Kraliçe bizi korumuyor muydu? O halde o neydi? Kafayı yemek üzereydim! O gözler neydi?
Ayaklarım sert zemine hızla çarptıkça sızlıyor, arada buna dayanamayan bedenim ağzımdan ufak çığlıklar çıkmasına neden oluyordu. Sonunda ondan uzaklaştığımdan emin olup arka bahçeye çıkan koridordaki bir zırhın yanında durup nefesimi düzenlemeye çalıştım. O kadar yorulmuştum ki aldığım her nefes boğazımı yakıyordu. Yutkunmak istiyordum ama nafile, onu bile yapamıyordum. Hızla inip kalkan göğsüm acımaya başlamıştı.
"Az kaldı. Sakin ol, vardın. Bahçeye vardın." Titreyen ve sızlayan bacaklarımı yürümeye zorladım. Merakım yüzünden acı çekiyordum ama bu sonradan yaşayacağım aşırı düşünmeyi önleyecekti. Değecekti. Yani, umarım buna değerdi. Kapıyı zorla açtım.
Vücudumu titreten soğuk havayla karşılaştığımda derin bir nefes alarak havayı içime çektim. Ancak ciğerlerim daha çok acıdı. Yıldırımların art arda aydınlattığı bu bahçenin bomboş olduğunu gördüğümde kapıda ki yazıyı tekrar okudum: Batı Kule Girişi.
"Bir terslik var." Bahçeye çıktığımda ayağım aniden çamura battı. "Ne oluyor?" yere baktığımda gördüğüm çamurla daha çok meraklanmıştım. Çünkü Kraliçenin bahçesinde çamur olmazdı. Her yer yeniden aydınlandığında başımı kaldırıp penceremin gördüğü kısma baktım.
Evet, orada birisi vardı. Ona doğru yürümeye başladım. Yüzünü seçebilecek mesafeye geldiğimde gördüğüm yüzle duraksadım.
"Kraliçe!" gözlerimi defalarca kırpıştırdım ama görüntü asla değişmedi. Bu Kraliçeydi. Aniden dönüp bana baktı. Gözlerindeki o kana susamışlık aynıydı. Evet, bu Kraliçe Dena'ydı. Kafasını bana doğru çevirdi. Evet, bu oydu ve beni görmüştü. Bakışları daha da koyulaştı. Bana doğru yaklaşmaya başladı. Arkamı döndüm ve elimden geldiğince hızlı koşmaya, ondan uzaklaşmaya başladım.
Kalbim gördüklerimin şokuyla hızlı bir biçimde atıyor, korku ve dehşet beni ele geçiriyordu. Arkamdan birinin koştuğunu duyduğumda adımlarımı daha da hızlandırdım. Bugün ölmek istemiyordum.
Yıldırımlar daha da hızlandı. Yıldırımlar sürekli yakınımda düşüyordu. Ortam aydınlandığında karşımda duran kişiyle duraksadım. "Hayır, senden kaçmıştım ben." Omzumun üzerinden arkama baktığımda bana doğru koşan kraliçeyi gördüm. Daha ne yapacağımı düşünemeden korkudan dizlerimin bağı çözüldü ve yere düştüm.
"Hayır, hayır. Ben bugün ölmek istemiyorum. Tanrı'm lütfen beni kurtar!" Korkudan ağlamaya başladım. Aşırı derecede titriyordum. Gökten bir su damlası suratıma düştüğünde yukarı baktım. "Teşekkürler Tanrı'm." Gülümsedim. Ancak titrediğim için sesimde bir garip çıkmıştı.
"Senin tanrın benim!"
Tam kraliçeye dönüyordum ki aniden vücudumda bir sızı belirdi, ortam aydınlandı ve sonra karardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
- Kaybolmuş Zihinler-
Teen Fiction"Bakışları kana susamıştı. Masumluğun zerresini bulundurmuyordu..." "Kaybolan kız ve oğlan çocukları, endişeli olmak yerine sevinen aileler... neler olduğunu bilmiyordum. Tek bildiğim şey bunun iyi bir şey olmadığıydı." "Adelina! Neredesin?" umarım...