*Bu bölümü ve 'Zindan' bölümünü yukarıdaki şarkıyı dinleyerek yazdım. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalarrrr<3*
Karanlık bir boşluğa bakıyordum. Ayağımın altındaki zemin o kadar yumuşaktı ki sanki hiçbir şeye basmıyordum, havada süzülüyordum. İlk başta ortam ılıktı ama sonrasında buz kesti. Ayağımın altındaki zemin sertleşti. Hatta o kadar sertleşmişti ki resmen bir bıçak gibi kesiyordu.
Karanlık aydınlanmaya başladı. Boşlukta şekilsiz beyaz yarıklar beliriyor sonrasında kayboluyordu. Ancak ben korkmuyor, aksine, heyecanlanıyordum. Çok yakınıma düşen bir yıldırım heyecanımı körükleyince nefesim kesildi.
Ve o sırada karanlıkta bir çift vahşi mor göz belirdi. Göz bebekleri büyüdükçe yıldırımlar sıklaşıyordu. Sanki, yıldırımları o yönetiyordu.
Benimle göz temasını bozmadan bana yaklaştı. Ne olduğunu anlamıyordum ama refleks olarak derin bir nefes almak istedim.
Acı, kaburgamın acısı bir anda tüm bedenime yayılınca nefesim yarıda kesildi. Karnımı tutarak acıyla büzüldüm. Göz ucuyla ona baktığımda göz bebekleri büyümüştü.
Ve gözlerindeki yansımada sırtıma doğru ok gibi gelen yıldırımı gördüm. Kaçamadım.
Vücudumu saran acıyla yere düştüm.
Panikle uyandığımda nefes nefeseydim. Hatta öyle ki, korkudan terlemiştim, sırılsıklam olmuştum.
"Sonunda uyanabildin." Bakışlarımı zindanın kapısına doğru çevirdiğimde şifacı ikizleri gördüm. İkisinin elinde buharı tüten birer kova vardı. Kaşlarımı çattım. "Normalde bunu biraz daha uyumaya devam etseydin üstüne dökecektik." Dedi soldaki.
"Ama görünüşe göre yaralarının da temizlenmesi gerekiyor." Dedi sağdaki gülerek. Ben daha cümleyi algılayamadan tenimde hissettiğim yanmayla ayağa fırladım. Etrafta acımı unutmak için koştururken gülen ikizlere baktım.
Gülüyorlardı.
"Sanki binek hayvanı gibi koşturuyor."
"Onun kadar bile faydası yok." Lafları zihnime kazınırken ellerimle kızaran kollarımı ovuyordum. Her yerim kızarmıştı, acıyordu, kaşınıyordu hatta bazı yerlerim su toplamaya başlamıştı bile. Gözlerimden ,sıcaklıktan kaynaklı olmalı, akan yaşlar canımın daha da çok yanmasına sebep oluyordu. Buz gibi duvarlara bir sırtımı bir karnımı yaslayıp duruyordum. Her ne kadar anlık bir rahatlama olsada sonrasında daha beter bir şekilde yanıyordu.
Bir süre sonra soğuk duvara ne kadar yapışırsam yapışayım yanma hissi geçmiyordu. Sinirimden göz yaşları döküyor, yanan dudaklarımı birbirine bastırıyordum.
Sanki acımı bastırabilecekmişim gibi yüzümü su toplamış avuçlarıma gömdüm. Sinirden ardı ardına sessiz çığlıklar atmaya başladım. Şu son üç günde yaşadığım şeyleri anlamıyordum. Sanki bir yapboz yapıyordum ama elimdeki parçalar birbirleriyle çok bağlantılı olduğu halde resmi tamamlayamıyorlardı. Çünkü hem benziyorlardı hem de birbirlerinden tamamen farklılardı.
Krallıktaki tüm yapbozlarda kraliçenin resminin olduğunu hatırlayınca kraliçeye sesli bir şekilde lanet okudum ve ellerimi yüzümden çektim. Tavana boş boş bakarken taşlardan en biçimsiz olanına kraliçenin yüzünün kazındığını fark ettim.
Bakışlarımı başka yere çevirdim; eriyen muma bakmaya başladım. Bir yandan da rahat bir oturuş bulmaya çalışıyordum. Çünkü kaba etim de su toplamaya başlamıştı.
Mum eridikçe kraliçenin altından yapılmış bir figürünün ortaya çıktığını görünce gözlerimi devirerek bakışlarımı zindan parmaklıklarına çevirdim. Ancak onlarda da kraliçeye özgüler kazınmıştı. Sinirimin bozukluğuyla saçma bir kahkaha attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
- Kaybolmuş Zihinler-
Teen Fiction"Bakışları kana susamıştı. Masumluğun zerresini bulundurmuyordu..." "Kaybolan kız ve oğlan çocukları, endişeli olmak yerine sevinen aileler... neler olduğunu bilmiyordum. Tek bildiğim şey bunun iyi bir şey olmadığıydı." "Adelina! Neredesin?" umarım...