Final. Bu hikayeye yaklaşık 1.5 yılımı harcadım ve çok fazla şey öğrendim. Hikayenin başlamasının nerdeyse ana nedeni olan Mehmet Bourdon'a, Hope'u her öldürüşümde bana tekme tokat dalan Loin'e, Rob'la uğraştığım için kafama baget atan Ege Bourdon'a (muhtemelen şu an ölmüş olan) 1. bölümden itibaren ağlayan ve bana annemden fazla destek olan Kaldırımtaşı Anna'ya teşekkürler.
Evet, sonunda Rob'u öldürdüm. HAHA. İyi eğlenceler.
Fotoğraf: Linkin Park, 2005
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
"Daniel..."
"Daniel."
"Daniel!"
Daniel yattığı yerde sıçradı ve gözlerini açtı. Yastığı gözyaşlarıyla ıslanmıştı. 4 aydır her gece sabahın 3'ünde sıçrayarak ağlamış halde uyanıyordu. Gözlerinin altı morarmıştı ve çökmüştü. Aynada kendine bakamıyordu, en son denediğinde aynayı kırıp ellerini kesmişti. Kendine geldiğinde yanındaki kişiye, Hope'a, doğru döndü. Süt mavisi gözlerini görmek onu acıdan uzaklaştırıyordu. Hope kollarını Daniel'ın boynuna doladı ve kendini ona doğru yaklaştırdı. Daniel'da ona sarıldı ve yüzünü Hope'un boynuna sakladı. Hope Daniel'ın uzun dağınık saçlarını okşamaya başladı. Yaşadığı acıyı anlayabiliyordu, ikiside sevdiği birini kaybetmişti.
"Belkide bi psikoloğa falan görünmeliyim, ne dersin?" dedi Daniel. Hope başını salladı "Bence biraz daha beklemeliyiz, ha?"
"Haklısın, sadece yarım ay daha belki, yada ne kadar dayanmayı başarabilirsem."
"Seni seviyorum Jonathan. Seni sevmeyi bırakmıycam."
"Bende seni seviyorum Hope." Dedi Daniel ve Hope'a daha sıkı sarıldı. Hope aradaki bozmayacak kadar geri çekildi ve Daniel'ın alnını öptü. Yağlı uzun ve dağınık saçlarını karıştırdı ve yanağını alnına dayayıp gözlerini kapattı. Gözlerini kapatır kapatmaz uykuya daldı. Daniel birkaç dakika daha öyle kaldı ve sonunda uyuyamayacağını anlayıp Hope'u uyandırmadan yataktan kalktı. Kapıyı sessizce açıp salona gitti. Bu saatte kimsenin ayakta olmasını beklemiyordu ama televizyon açılmıştı ve birisi yerde bağdaş kurup oturmuş oyun oynuyordu. Daniel çocuğun yanına oturup dizlerini kendine çekti ve oyunu izlemeye başladı.
"Hey adamım, uyuyamadın mı yoksa oyunu bitirmek için hırs yapıp bu saate kadar ayakta mı kaldın?"
"İkiside."
"Bu oyunu birkaç kez bitirmiştim, 17 yaşımdayken falan. Babam bana bayağı yardım etmişti. Hatta oyunu ilk onun sayesinde bitirdim diyebilirim." dedi Daniel. 17 yaşındaki halini hatırlıyordu, Hope'la tanışmıştı. Hayatındaki en güzel yıllardan biriydi. Sonra aklına babası geldi. Gözlerini acıyla kapattı ve gözyaşlarının akmaması için kendini zorladı ama başarılı olamadı. Gözyaşları yanaklarını ıslatmaya başladı. Yanındaki çocuk ona bakıp yanına doğru kaydı.
"Onu özledin, dimi?"
"Tahmin edemeyeceğin kadar."
"Ne var biliyomusun, ne zaman davul sesi duysam aklıma o geliyo. Bazen onu hatıralarımda yaşattığım için mutlu oluyorum, bazende kendimi tutamayıp ağlıyorum. Dünyada en çok ihtiyaç duyulan insanlar gider, ihtiyaç duyulmayanlar kalır. Ne zaman ihtiyaç duyulmayanlara ihtiyaç duyarsan, onlarda gider. Lanet dünyanın lanet kuralı."
"Haklısın, lanet dünyanın lanet kuralı."
"Ve birşey daha, sende onun kadar iyi bir babasın."
Daniel çocuğa sarıldı ve ağlamayı kesti. Sarılma zamanı bittikten sonra, çocuk başka bir oyun kolunu ona uzatıp "Madem oyunu bitirdin, banada öğret." dedi. Daniel sırıtıp oyun kolunu aldı ve oyunu oynamaya başladılar. Mark Rob'a Daniel'dan daha fazla benziyordu.
I watched you fall apart and chased you to the end.
I'm left with emptiness that words cannot defend.
You'll never know what I became because of you.
Ten thousand promises
Ten thousand ways to lose
And you held it all
But you were careless
To let it fall
You held it all
And I was by your side
Powerless