VE BAZEN DÜŞÜNMEK GEREKİR

37 17 6
                                    

 Asil saatlerdir kayıp...

Saatlerdir kayıp...

Kayıp...

Gerçekten saatlerdir ondan tek bir haber bile yoktu. Mesajı alır almaz Keremlerin yanına gitmiştim. Benim aksime Kerem telaşlı değildi, belki de alışmıştı. Deren ve Sare için aynı şeyi söyleyemezdim. Sare de yeni tanımasına rağmen meraklanmıştı. Saat dokuz veya on civarıydı, emin değildim. Sanırım zaman kavramımı yitirmiştim. Saatlerdir koskoca otelde onu arıyorduk. Çıkmış olamazdı, olmamalıydı. 

O yokken nedensiz babamları kaybettiğim güne dönmüştüm. Nedense aynı hissi bırakmıştı üstümde. Gözlerim sürekli kararıyordu, kendimi taşıyacak gücü bulamıyordum. Midemde bulantı vardı, ellerim sürekli titriyordu. Gözlerim ısrarla yaşarıyor, Berat nasıl teselli ederse etsin kendime gelemiyordum. Sorduğum tek bir soru oluyordu. "Ölmüş müdür?" Kişiler değişiyor, sorular değişmiyordu. Hep de aynı cevabı alıyordum. "Niye ölecek? Saçmaladın iyice." Ama kendisi demişti bana, üç kez intihara kalkıştığını söylemişti. Şimdi onu durduran neydi? Buna benzer bir soru yönelttiğimde Kerem'e, fısıldamıştı yalnızca. "Sensin." Kalbim neden bu kadar ağrıyordu? Hasta mıydım? Ateşim de mi çıkmıştı? Üşüyordum, oturduğum sandalyede iyice büzüşmüştüm. Dışarıdan sesler geliyordu. Kulaklarım uğulduyordu. "Şiir kendinde değil." Gözlerimi sıkıca yumdum. Hayır, onun açık kahve gözlerini hayal etmek istemiyordum ama gitmiyordu. Hayali peşimi bırakmıyordu. Kerem'e hocalara bildirmemiz gerektiğini söylemiştim ama kesin bir yargıyla reddetmişti. Neden reddetmişti? Ya öldüyse? Kerem çok katıydı. Gözlerimi açamıyordum. Açık kahve gözleri üzerimde dolaşıyordu. Sonra telefonundan bana mesaj atıyordu. "Göz hapsimdesin."  Gülmek bir insana bu kadar çok nasıl yakışabiliyordu? Dudaklarının kenarında açılan derin çukur neden bu kadar etkisi altında bırakıyordu beni? Acilen aklımla oynamayı bırakmalıydı. Sanırım gerçekten ateşim çıkmıştı. Alnımdaki dudaklar babamın dudakları mıydı? Hayır, hayır. Alnımda dudak falan yoktu. Asil'in gözleri Efe'min gözlerine mi benziyordu? Bana mı öyle gelmişti? Ah belki de yalnızca bana öyle gelmişti çünkü Efe'nin gözleri maviydi. Asil'e aşık mı oluyordum? Hayır ne saçmalıyordum? Öyle bir şeyin imkanı yoktu. Ben duygusuz birisiydim. "Yalnızca tansiyonu düşmüş." Kimin tansiyonu düşmüştü? Ne kaçırıyordum? Ama Asil'in gözleri vardı... "Teşekkür ederiz." diyen Berat'ın sesini duydum. "Bırakın uyusun, anlaşılan yorucu bir gün olmuş." Kapı kapanma sesi... "Asil'i bin kez aradım, açmıyor abi. Nereye gitti bu çocuk?" Kerem sinirle konuşuyordu. "Şiir'i böyle görürse kendini suçlar." Beni nasıl görecekti? Bana ne olmuştu?

***

Gözlerimi açtığımda beyaz bir tavanla karşılaştım. Hastanede miydik? Ah, burası otelin reviri olmalıydı. Bayılmış olmalıydım. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Odadaki duvar saatine baktım. 04.32 Ne? Ne kadar çok uyumuştum? Berat ve Kerem yanımda, uyuyorlardı. Diğerleri gitmiş olmalılardı. Asil... Asil'i bulmuşlar mıydı? Elim hızlıca telefonuma gitti. En son attığım mesajlar dışında hiçbir şey yoktu. Demek ki hala bulunamamıştı. Yattığım yerde doğruldum. Dudaklarım susuzluktan çatlamıştı. Sehpanın üstündeki sürahiyi alıp bir bardağa doldurdum. Bardaktan aldığım yavaş yudum boğazımda acı bir tat bırakmıştı. İçmekten vazgeçip geri yerine koydum. Sanki biri boğazımı nefes almamı engellemek istercesine sıkıyor gibi hissediyordum. Yavaşça ayağa kalktım. Berat ve Kerem'i uyandırmamaya çalışarak sessiz adımlarla Berat'ın yattığı yerin üstünde duran hırkayı aldım. Kerem'in veya Berat'ın olabilirdi, o an bunu umursayacak durumda değildim. Hızlıca odadan çıktım. Uzun koridor gündüzün aksine oldukça ıssız görünüyordu. Otelin çatısına çıkmanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Biraz hava belki beni kendime getirebilirdi. Merdivenlerden çıktım ve çatı katının kapısının kilitli olmadığını umarak kapıyı açtım. Ve şanslıydım. Kapının kolunu aşağı çektiğimde zorlanmadan açılmıştı. Teras genişti. Fakat benim gözüm içeri adımımı atar atmaz yedi katlı binanın tepesinde, duvarın üstünde oturmuş, ayaklarını boşluğa doğru sallandıran siyah siluetti. Sarhoş olma ihtimali yüzde kaçtı? "Beyefendi, düşeceksiniz." diye seslendim yine kendimi tutamayarak. Ben konuşunca ileri geri sallanan ayakları duraksamıştı. Kafasını iki yana salladı. Her ne kadar uzakta da olsam ve yalnızca sırtını görüyor olsam da hareketlerini seçebiliyordum. Adımlarımı hızlandırıyordum ki kulaklarıma iki ayda yeterince aşina olduğum ses doldu. "Bu boşluğa düşsem kim ne kaybeder ki? Ben zaten yeterince kaybetmişim, bırak bir kez olsun kazanayım." Gözlerim engelleyemediğim bir biçimde yaşarırken sesim adeta bir fısıltı şeklinde çıktı. "Asil, sen burada mıydın?" Kafasını bana doğru çevirdi. Gözlerini yumdu. "Biliyorum sen varsın ama..." Derin bir nefes aldı. "Bazen aklıma düşen düşünceler hala aynı şeyler." Gözlerini aşağı çevirdi. "Ben buradan atlasam ne kaybederim?" Delirmiş gibi güldü. "Hiçbir şey, belki Kerem üzülür ama geçer. Bu kadar. Kimse tarafından da hatırlanmam muhtemelen." Ona doğru bir adım daha attım. "Asil ne diyorsun?" Sessizce hıçkırdığımda karanlığa rağmen beni süzen gözlerini gördüm. "Ağlama, niye ağlıyorsun? Böyle şeyleri hatırlamak, bilmek ve bazen de düşünmek gerekir." Kafamı iki yana salladım. "Sana yemin ederim, çok ağlarım. Seni kaybettim sandığımda bile ne hale geldiğimi görmüyor musun?" Tekrar alayla güldü. "Ah tabi, biricik arkadaşım Şiir de hatırlar fakat kaç ay?" Anlam veremedim. "Ne?" Gözlerini kıstı. "Bir mi yoksa iki mi? Hadi üç olsun." Ayaklarını tekrar sallamaya başladı. O sırada yanında duran içki şişesini fark etmemiştim. Yedi katlı binanın tepesinden sarhoş bir şekilde sarkıyordu. "Çekil oradan lütfen, aklını mı yitirdin?" Dediğimde dizlerimin üzerine çökmüş, aramızdaki üç adımlık mesafeyi yok edip beni sıkıca sarmasını istiyordum. Bir insanın kokusuna ve sarılışına muhtaç olmak ne demek oluyordu? "Yitirdim." Ayağa kalktı. Duvarın üstünde dengede duramıyordu. "Amına koyduğumun hayatında hiçbir sik düzgün gitmiyor. Siktiğimin hayatı niye bir kez benim yüzüme gülmüyor?" Ellerini saçlarına geçirdi. "Lan ben niye seni seviyorum? Kalbimi, aklımı sikeyim. Çok sevdim ya, çok sevdim. Niye seviyorum? En yanlış kişiyi sevmek zorunda mıydım?" Elleriyle yüzünü saklamıştı, içine ağlıyor muydu? O an yaşadığı duygu durumunu fırsat bilip kolundan tutup kendime çektim. Titrek bir nefes aldı. Sıkıca sarıldım ona, bir kez daha kokusunu doyasıya içime çektim. Sırtı taştan duvara yaslanmıştı. Ben onun göğsüne sarılıyordum. Kolları olması gereken yerde, belimde, değildi. Yüzümü boynuna gömdüm. Sağ elim yanağında yer edinmişti. Uzun bir süre öyle kaldıktan sonra fısıldadığını duydum. Konuşmakta zorlanıyordu. "Şiir." Yüzümü boynundan ayırdım. Gözleri karşıya bakıyordu. "Hm." diye bir mırıltı çıkardı. "Dizine yatmak istesem çok mu bencil olurum?" Kaşlarımı çattım. "Neden bencil olacaksın Asil?" Gözlerini sıkıca kapattı. "Sen beni sevmiyorsun ya. O yüzden istemezsin diye düşündüm." Gözlerimden akan bir damla yaşla kafasını tutup yavaşça dizime yatırdım. Sesi çıkmıyordu. Usulca uzanmış, cenin pozisyonu almıştı. Elim saçlarına gitti. Yaklaşık on dakika sonra tekrar sesini işitmiştim. "Kokunu neden bu kadar seviyorum biliyor musun?" Görmedim ama gülümsediğini hissettim. "Neden bilmiyorum ama annemin kokusunu andırıyor, halbuki onun kokusunu da hatırlamıyorum. Ama biliyorum işte, biliyorum. Onun gibi kokuyorsun sen de. Ve ben onu çok çabuk kaybettim Şiir. Seni de kaybetmekten çok korkuyorum." Kafamı iki yana salladım. "Beni neden kaybedesin Asil?" Rahatsızca kıpırdandı. "Söz ver, kaybetmeyeceğime söz ver." Sürekli onu bırakmamam konusunda bana söz verdirmeye çalışıyordu. Ama bilmiyordu ki sözler her zaman tutulamaz. Uzun bir süre cevap veremedim ama yine dayanamadım. "Beni kaybetmeyeceksin, söz veriyorum."  

KİBRİTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin