Bölüm 11

5 1 0
                                    

   Akın'ı görseydim artık. Cidden sıkılmıştım. Şafak denen adamı da görememiştim. Daha 6 gün vardı. Çok vardı daha. Ve bende o kadar sabır kalmamıştı.

   Hava karardığı için herkes yataklarına girmek için odalarına çekilmişti. Bende dahil tabii ki.

                                                    ***********

   ''Günaydıın!'' diye bağırdı Yağmur odama girerken. Ben hala mutlu mutlu uyuyordum. Sağolsun uykumun içine etmişti. ''Kalk kızım ya. Hiç heyecanlı değil misin?'' diye sordu sitem edercesine. Tek gözümü açtım. 

   Esneyerek, ''Ne için heyecanlı olmalıyım?'' diye sordum. Sesim uykulu çıkmıştı. 

   Yağmur elimden tutup beni kaldırırken, ''5 gün kaldı hadi. Kahvaltı yaptıktan sonra kulübe gideceğiz.'' dedi. Başımı onu onaylarcasına salladıktan sonra ayağı kalktım. Dolabımdan boğazlı bordo crop ve siyah tayt çıkardım. 

   ''Hava iyi mi?'' diye sordum Yağmur'a. Pencereye doğru ilerleyip camı açtı. 

   ''İyi iyi. Ama yine de hırka giy üzerine.'' diye yanıtladı. Arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi. ''Hızlı ol.'' dedi. 

   ''Tamam.'' diyerek odadan çıkmasını bekledim. Odadan çıktığında banyoya geçip elimi yüzümü yıkadıktan sonra odada üzerimdeki kıyafetleri değiştirip saçımdaki perçemleri toplamadan at kuyruğu yaptım. Tabii yatak beni kendine çekmişti. Uyumak yerine telefonla oyalanıp tam yarım saat sonra üstüme siyah hırkamı geçirip odadan çıktım. 

   Giriş kata indiğimde herkesin elinde telefonlarla bir şeyler kurcaladığını gördüm. Oturdukları masaya yaklaştığımda Rüzgar'ın önünde birkaç sayfa kağıt görmüştüm. Güneş, omzu ile çenesinin arasına telefonu koymuş birisini dinliyor, bir yandan da önündeki dosyaları zımbalıyordu. Masanın önüne geldim. 

   ''Evet... Tabii... Tabii efendim...'' diyordu Güneş. Yüzünde bıkmış bir ifade vardı. Telefonun diğer tarafında kim varsa Güneş'i sinir etmişti. Bakışlarım Rüzgar'a çevrildi. Önündeki kağıtlarla boğuşuyordu. Ara ara ofluyordu. Kağıtlar dikkatli baktığımda bir kumarhanenin içini gösteren bir şema olduğunu anladım.

   Yağmur kendinden geçmişti. O da telefon konuşması yapıyordu. Büyük ihtimalle Şafak Abi ile konuşuyordu. Bundan emindim. Derin nefes alarak, ''Şafak Abi, seni anlayamıyoruz cidden. Sen bize süre vermedin mi Lotus'u eğitelim diye? Hani sen geldikten sonra başlayacaktık?'' diye sordu. Şafak Abi'den sonra olacak olan şey göreve başlamalarıydı. Kesin göreve erken başlama kararı alındı Lotus. Kesin!

   Toprak kimle konuşuyordu bilmiyordum. Ya sabır der gibi bir ifade ile, ''Allah rızası için, şu adama akıl ver...'' demişti. Sert ve yüksek bir sesle, ''Ne demek veremem lan?! İlk ekibe gelen sen değil misin? Adam ilk seni tanımadı mı? Yap işte bir şeyler.'' diye devam etmişti. Önünde bir adamla ilgili biyografi vardı. Bu adam kim Lotus? Tahminleri alayım.

   Yavaş adımlarla Yağmur'un sandalyesinin yanındaki boş sandalyeye oturdum. Havada Toprak'ın telefondaki kişiye ettiği küfürler uçuşurken ben sakince önümdeki mısır gevreğini yiyordum. 

   ''Ne diyeyim ben sana bilmiyorum ki. Hem süre veriyor hemde erken başlatıyor. Hiç hazır mı demek yok ama.'' dedi sitem edercesine. ''Dene. Artık bir dene yeter. Yanımızda değilsin zaten. Bari telefondan bi hayrın dokunsun. Artık.'' dedi ciddi bir sesle. Karşı tarafı dinledikten sonra, ''Tamam. Heberleşiriz.'' dedi ve telefonu kapattı. Toprak telefonu kapattığında Rüzgar ona doğru döndü. 

   ''Ne dedi?'' diye sordu. Toprak telefonu masanın üstüne bırakıp arkasına yaslandı. Güneş'in konuşması bitmişti. 

   ''Ne demiş olabilir sence? 'Denerim ama kabul edeceğinden emin değilim.' dedi. Ne diyebilir başka?'' diye sordu. 

Ölü Lotus ÇiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin